14 Nisan 2010 Çarşamba

EDP İstanbul Gençlik olarak Ankara'ya gidiyoruz!

18 Nisan Pazar günü Ankara'da yapılacak EDP Türkiye Gençlik Meclisi toplantısı öncesi, İstanbul Gençlik olarak hazırladığımız Gençlik Meclisi Yönetmeliği taslağına son şeklini vermek ve Ankara'ya gidişimizi organize etmek amacıyla 15 Nisan Perşembe saat 19.00'da Beyoğlu, Süslü Saksı Sokak, No: 22/2'de toplanıyoruz.

6 Nisan 2010 Salı

EDP Ataşehir Gönüllüleri Buluşuyor

Ataşehir ilçesinde Parti örgütümüzün kurulması, kitlelerle kucaklaşmanın sağlanması amacıyla yapacağımız kitlesel toplantımıza katılımınızı bekliyoruz.

Tarih: 7 Nisan 2010 Çarşamba
Saat: 19.00
Yer: Makina Mühendisleri Odası - Kadıköy Temsilcilik ve Anadolu Yakası Eğitim Merkezi
Adres: Yeni Sahra Mah. Yavuz Selim Cad. No: 15 Kat: 2 Ataşehir - İstanbul



5 Nisan 2010 Pazartesi

EDP Üsküdar Gönüllüleri

Üsküdar EDP Gönüllüleri bu akşam saat 20.00'de yine Altunizade Mahallesi Muhtarlığı'nda toplanıyor.

Son Yeni Sol Gençlik Toplantısı

Partimizin kuruluş kongresinin ardından biraraya geliyoruz.

Kuruluş öncesinde İstanbul'da partiye dönük olarak yaptığımız çalışmaları değerlendirmek ve önümüzdeki döneme, EDP'ye dair konuşmak üzere 'Yeni Sol Gençlik' olarak son toplantımızı yapıyoruz.
10 Nisan mitingi ve 25 Nisan eylemi de gündemlerimiz arasında.

Tüm arkadaşlarımızı bekliyoruz.

Tarih: 6 Nisan 2010 Salı
Saat: 19.30
Yer: Süslü Saksı Sokak, No: 22/2 (Beyoğlu Yeni Sol lokalinin karşı solundaki sarı bina)

Hüseyin Ergün, Pazartesi günü SKY Türk'te

EDP PM üyelerinden Hüseyin Ergün, 5 Nisan Pazartesi akşamı saat 20.00'de SKY Türk'te yayınlanacak Aykırı Sorular programına konuk oluyor. Programın diğer konukları; Mehmet Bekaroğlu, Melih Pekdemir, Neslihan Akbulut, Nurşen Mazıcı ve Armağan Kuloğlu.

4 Nisan 2010 Pazar

Ziya Halis Bu Akşam SKY Türk'te

EDP Genel Başkanı Ziya Halis, 4 Nisan 2010 Pazar Saat 23.15'te SKY TÜRK televizyon kanalinda Gürkan Hacır'ın "Şimdiki Zaman" Programına canlı yayın konuğu olarak katılacaktır.

1 Nisan 2010 Perşembe

Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin Anayasa Değişiklik Teklifi Hakkındaki Görüşleri

(Basın Açıklaması)

Değerli basın mensupları, hoşgeldiniz.

Sözlerime başlamadan önce, partimizin görüşlerinin duyulmasına ve kamuoyunun serbestçe oluşmasına aracılık ettiğiniz için hepinize teşekkür ederim.

TBMM’ye verilen anayasa değişiklik teklifi hakkındaki görşlerimize geçmeden önce, partimizin Anayasa hakkındaki yaklaşımını kısaca açıklamak istiyorum.

12 Eylül darbesinin ürünü olan mevcut anayasa, ne halkımıza ne de çağımıza yakışmamaktadır. Ülkemize giydirilmiş olan bu darbe anayasası, bir an önce toptan yürürlükten kaldırılmalı, bir an önce geniş katılımlı bir uzlaşmaya dayanan sivil ve demokratik bir anayasa yapılmalıdır.

Hemen her parti tarafından dile getirilen bu görüş, mevcut partilerin hepsi en az bir kere iktidar olmasına rağmen bir türlü uygulamaya sokulamamıştır. Muhalefetteyken demokrasi havarisi kesilen partiler, çoğunluk olduklarında yalnızca kendilerine demokrat olduklarını göstermişler ve darbe anayasasının antidemokratik hükümlerini kendileri için güvence olarak görmüşlerdir.

Gerçi darbe anayasasında çok sayıda değişiklik yapılmış, maddelerinin üçte biri değiştirilmiştir, ama bütün bu değişiklikler Avrupa Birliği’ne uyum sürecinin bir parçası olarak gerçekleştirilmiş, bunlar yapılırken bile hiçbir parti anayasanın ruhuna dokunmaya cesaret edememiştir. Çoğunluk olmalarına rağmen iktidar olmaya cesaret edemeyen mevcut partiler bu tavırlarıyla zoraki demokrat olduklarını ispat etmişlerdir.

Eşitlik ve Demokrasi Partisi, ilk fırsatta 12 Eylül darbesinin ürünü olan bu anayasayı tamamen değiştirecek, yerine dünyanın ulaştığı demokratik stardartlara uygun, halkımızın hakkı olan hak ve özgürlükleri güvence altına alan sivil bir anayasayı toplmumun bütün kesimlerinin katılımıyla gerçekleştirecektir.

Değerli basın çalışanları.

AKP, hava durumuna benzetirsek, parçalı bulutlu bir anayasa değişiklik teklifini, adeta yeni bir demokrasi taksidi olarak TBMM’ye sunmuş bulunmaktadır. Anamuhalefet partisi ile onun aynadaki yansıması olan yavru muhalefet partisinin, daha ne dendiğini duymadan, tıpkı kazan kaldıran yeniçeriler gibi, hemen “istemezük” diye bağırmaya başladığını biliyorsunuz. Bu partiler yaşanan değişimi görmezden gelerek yıllardır AKP’nin değirmenine su taşımaktadırlar. Bu sözde muhalefet partileri AKP’nin en büyük şansıdır.

Eşitlik ve Demokrasi Partisi, yeni bir anayasa yapmaya gücü yetmeyen çoğunluk partilerinin son örneği olan AKP’nin verdiği değişiklik teklifini ana hatlarıyla olumlu, ama eksik ve hatalı bulmaktadır. Olumludur, çünkü teklifte yer alan, bazısı gereksiz maddelere rağmen demokrasi yolunda küçük de olsa adımlar atılmaktadır. Eksiktir, çünkü böyle bir paket içinde dahi yer alabilecek bazı düzenlemelere yer verilmemiştir. Hatalıdır çünkü vesayet rejimini yıkacağım derken parti diktatörlüğüne yol açabilecek hükümler içermektedir.

Partimiz değişiklik teklifinin 1, 2, 3, 4, 5, 7, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 19, 20, 21, 23 ve 24. . maddeleriyle, bu düzenlemelerin bazısı gereksiz de olsa, mutabıktır.

Ancak, böyle sınırlı bir değişiklik teklifinde bile yer alabilecek bazıları Avrupa İnsan Hakları mahkemesi tarafından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı bulunmuş düzenlemeler eksik bırakılmıştır:

  1. Anayasanın Din ve Vicdan Hürriyeti başlığını taşıyan 24. maddesindeki “Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve orta öğretim kurumlarında zorunlu dersler arasında yer alır” cümlesi çıkarılmalıdır.

  2. Anayasanın Bilim ve Sanat Hürriyeti başlığını taşıyan 27. maddesindeki bilim ve sanat eserlerini yayma hakkını kısıtlayarak hakkın kullanılmasını fiilen ortadan kaldıran ikinci fıkrası çıkarılmalıdır.

  3. Anayasanın Eğitim ve Öğrenim Hakkı ve Ödevi başlığını taşıyan 42. maddesindeki “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez” ifadesi çıkarılmalıdır.

  4. Anayasanın Grev Hakkı ve Lokavt başlığını taşıyan 54. maddesinin birinci paragrafına işçilerin yanına “ve kamu görevlileri” ifadesi eklenmelidir.

  5. Anayasa değişikliğine paralel olarak,
  • i. Siyasi Partiler Kanunu’ndaki seçim barajı ve hazine yardımı oranı kaldırılmalıdır.
  • ii. Türk Ceza Kanunu’nun işkence suçunu düzenleyen maddesini zaman aşımı süresi dışına çıkarılmalıdır.

AKP çoğunluğunu komisyon görüşmeleri sırasında bu değişiklikleri gerçekleştirerek yalnızca kendine demokrat olmadığını ispat etmek fırsatını yakalayabilir. Kendilerine tavsiyemiz bu fırsatı kaçırmamalarıdır.

Değerli basın emekçileri,

AKP’nin anayasa değişiklik teklifi yalnızca eksik değil, aynı zamanda hatalıdır da. Bu hatalar askeri ve bürokratik vesayet rejimini sona erdireyim derken baskıcı bir çoğunluk rejimini kurmaya yol açabilecek sakıncılı düzenlemeler içermektedir.

Teklifin 6. maddesi hatalı maddelerden biridir. Bu madde ile memurlar ve kamu görevlilerine toplusözleşme hakkı verilirken, kurulan uzlaştırma kurulunun kararının kesin olması bu hakkı fiilen ortadan kaldırmaktadır. Dolayısıyla teklifin 6. maddesinin ikinci fıkrasındaki “Uzlaştırma Kurulu kararları kesindir ve toplu sözleşme hükmündedir” cümlesi çıkarılmalıdır.

Teklifte yer alan hatalı maddelerden bir diğeri 8. maddedir. Bu madde ile kurulan meclis komisyonu istenen sonucu vermekten uzaktır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın tek başına demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan siyasi partiler hakkında dava açması sınırlandırılmalıdır. Bu sınırlama savcının Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun üçte ikisinin onayını almasıyla sağlanabilir. Gene, siyasi parti kapatma davaları, siyasi ve sonuçları itibarıyla geri dönüşü olmayan davalardır. Bu açıdan artık ceza hukumuzuda yeri olmayan idam cezalarına benzerler. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nin kapatma kararı vermesi halinde bu karar TBMM’nin üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararıyla infaz edilmelidir.

Teklifin Anaya Mahkemesi’nin kuruluşunu düzenleyen 17. maddesi de sakıncalı maddelerden biridir. Teklifteki düzenleme Anayasa Mahkemesi’ni meclisteki çoğunluk partisinin bir uzantısına dönüştürmekte ve adeta kaş yapayım derken göz çıkarmaktadır. Bu madde, seçilecek üye sayısının üçte birini yüksek yargı organları üyeleri arasından doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından atanması, kalan üyelerin ise yüksek yargı organlarının genel kurulları ile YÖK genel kurulu ve Barolar Birliği tarafından seçilmesi biçiminde yeniden düzenlenmelidir.

Teklifteki bir başka sakıncalı düzenleme ise Anayasa Mahkemesi üyeliğini 12 yıl ile sınırlayan 18. maddedir. Anayasa Mahkemesi’nin üyelerini emeklilik yaşı gelmeden işsiz bırakan bu madde, yargıçların vicdani kanaatlerinin özgürce oluşmasının önünde büyük bir engeldir ve bu haliyle bir tasfiyeyi gerçekleştirmek için düzenlenmiş izlenimi vermektedir.

Teklifin düzeltlmesi gereken son maddesi ise Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu düzenleyen 22. maddedir. Hâkimler ve savcılar adalet mekanizması içine yer alsalar da aslında iki ayrı işlevi yerine getirmektedirler. Hakimler millet adına karar verirler. Savcılar ise devlet adına avukatlık yaparlar. Bu iki kesimin birlikte örgütlenmesi büyük bir yanlıştır. 12 Eylül rejiminin bir garabeti olan bu kurum hemen ortadan kaldırılmalı, yerine Hâkimler Yüksek Kurulu ile Savcılar Yüksek Kurulu adıyla iki ayrı kurul oluşturulmalıdır. Savcılar Yüksek Kurulu üyeleri içinde bakanlık müsteşarı yer alması gerektiği gibi, bütün üyeleri Cumhurbaşkanı tarafından atanabilir. Buna karşılık Hâkimler Yüksek Kurulu’nun yürütme ile bütün ilişkisi kesilmeli ve kendilerine millet adına karar verme yetkisi tanınan hâkimler kendi kendilerini yönetebilmelidir.

Değerli basın mensupları,

Eşitlik ve Demokrasi Partisi, bugüne kadar yapılmayanı yapmak için siyaset sahnesinde yerini aldı. Bunların başında sivil ve demokratik bir anayasa hazırlamak var. Ancak, yeni bir anayasa hazırlayacak perspektife ve iradeye sahip olmayan AKP’yi doğru yaptığında desteklemek, yanlış yaptığında uyarmak, eksik bıraktığını ise tamamlamak gibi bir görevimiz de var.

Bugün sizlerin aracılığıyla halkımızın huzurunda olumlu yönleri desteklerken, anayasa değişiklik teklifinin eksik yönlerin tamamlanması ve hataların düzeltilmesi için uyarma görevimizi yapıyoruz. AKP bu uyarılarımızı dinleyip dinlememeye kuşkusuz kendisi karar verecektir, ancak bilmelidir ki, bu konuda vereceği karar onun demokratlığı hakkında verilecek karar için kuvvetli bir karine oluşturacaktır.

Saygılarımızla.


Ziya Halis
Eşitlik ve Demokrasi Partisi
Genel Başkanı

31 Mart 2010 Çarşamba

Kazım Genç Yol TV'de

Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) Genel Başkanı Yardımcısı Kazım Genç, Çarşamba akşam saat 21:10’da YOL TV’de yeni Anayasa paketini tartışıyor.

EDP'nin DKÖ ve STK’lardan Sorumlu Gn. Bşk. Yard. Kazım Genç, 31 Mart Çarşamba günü saat 21.10’da YOL TV’de Rıza Aydoğmuş’un hazırlayıp sunduğu SÖZÜN ÖZÜ programında konuk olacak.

Yeni Anayasa paketinin tartışıldığı programın tekrarı 2 Nisan Cuma günü saat 15:30’da yayınlanacak.

Yol TV'nin yayını internet üzerinden de canlı olarak seyredilebiliyor.

YOL TV Frekans: TURKSAT 3A, Frekans 12525, Sembolrate 30000, FEC 5/6 Vertikal

www.yoltv.eu

25 Mart 2010 Perşembe

EDP Üsküdar Toplantısı

Toplantılarımızı her hafta düzenli olarak yapmayı kararlaştırdık. Yeni arkadaşlarımızı ve sürece emeği geçen tüm arkadaşlarımızı toplantılarımızda görmek dileğiyle; toplumsal ve siyasal alandaki mücadelemize çoğalarak devam etmek için, 26 Mart 2010 Cuma günü saat 19.00'da yeniden Altunizade Mahallesi Muhtarlık Binası'nda toplanıyoruz.

Adres: Altunizade Mah. Haluk Türksoy Arka Sok. No:6, Üsküdar


Daha Büyük Haritayı Görüntüle

24 Mart 2010 Çarşamba

EDP Zeytinburnu Toplantısı

Tutmuş olduğumuz ilçe binasında düzenli toplantılarımıza başlıyoruz.

Aşağıdaki gündem taslağı ile bir araya geliyoruz.Toplantı öncesi gündeme ilişkin öneriler eklenecektir.

- EDP sürecine ilişkin genel bilgilenme
- İlçe binasının eksikleri
- İlçe örgütünün yapılanması, bilgi güncellemesi
- Temas heyetinin yapmış olduğu ilişkilerin toparlanması

Tarih: 24 Mart 2010 Çarşamba
Saat: 20:00 - 22:00
Adres: Gökalp Mah. 58. Bulvar cad. Tamer İşhanı Kat:2 Zeytinburnu / İstanbul
Tel: 0 (212) 582 99 92

21 Mart 2010 Pazar

EDP Avcılar Toplantısı

22 Mart Pazartesi günü saat 19.00'da Avcılar Eğitim-Sen'de; EDP'nin tanıtımı, üyelik, parti yeri, çalışma düzeni gibi kuruluşa ilişkin pratik konuları konuşmak üzere toplanıyoruz.

Adres: Eğitim -Sen 7 Nolu Şube (Çiğdem Sok. Yapi Kredi Bankası üstü, Avcılar)

20 Mart 2010 Cumartesi

Ziya Halis'in Konuk Olduğu Programın Ses Kaydı

Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) Genel Başkanı Ziya Halis'in konuk olarak katıldığı, 17 Mart Çarşamba günü YOL TV’de yayınlanan Sözün Özü programının ses kaydını aşağıdaki bağlantıdan bilgisayarınıza indirebilirsiniz:

http://rapidshare.com/files/365456744/zhalis.zip

Ziya Halis: "Siyasete yeni bir anlayış getireceğiz"

Yeni kurulan Eşitlik ve Demokrasi Partisi Genel Başkanı Ziya Halis, "Türkiye'de siyaseti değiştireceğiz, yeni bir anlayış getireceğiz. Siyasette değişimi ve dönüşümü sağlayacağız" dedi.

'Solda Büyük Buluşma' sloganıyla yaklaşık bir yıldır kuruluş çalışmaları devam eden Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) 12 Mart'ta kuruldu.

Sosyal Demokrat Halk Partisi'nin (SHP) 13 Mart'ta yaptığı kongrede EDP'ye katılma kararı aldı ve genel başkanlığa da Ziya Halis seçildi.

SHP, 'Özgürlükçü Sol Hareket', 'Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz' girişiminin katılımıyla kurulan partiye kuruluş sürecinde destek veren '10 Aralık Hareketi' ve bazı akademisyenler ise katılmadı.

EDP Genel Başkanı Ziya Halis yeni sol partiyi ntvmsnbc'ye anlattı.

EDP'yi kurulu partilerden farklı, kitlesel sol parti olarak tanımlıyorsunuz. EDP'yi diğer partilerden ayıran fark ne olacak?
EDP demokratların, solcuların, sosyal demokratların birarada olduğu bir Türkiye partisi. Türkiye'de demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla yerleştirilmesi için mücadele etmek öncelikli hedeflerimizden biri.

İhtiyacımız olan yeni, demokratik anayasanın yaratılmasında rol alarak Türkiye'de bozulan toplumsal barışı, demokratik anayasanın verdiği fırsatla gerçekleştireceğiz. Türkiye'nin çok sorunu var. Çok yakıcı bir sorunu olan Kürt sorunundan tutun birçok sosyal, siyasal, toplumsal ve ekonomik sorunlarımız var. Bunların çözümüne dönük etkin çabalar gerçekleştireceğiz. Ayrıca emekçi halk kesimlerinin içinde bulunduğu örgütlenme, refah ve kaliteli yaşamları açısından sıkıntıları var. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, yoksullukla etkin bir şekilde mücadele edeceğiz. Başka bir ifadeyle "Çokça üretecek hakça bölüşecek” bir politikanın savunucusu olacağız.

Türkiye'nin iç ve dış sorunları, Avrupa Birliği süreciyle ilgili de duyarlılıkları olan bir partiyiz. İçte ve dışta barış politikalarımızı en etkin şekilde savunan, komşularımızla bunları yaratacak ilişkiler içerisinde bir siyaset izleyeceğiz. Bu bağlamda Ermenistan'la olan ilişkilerimizi en iyi şekilde yeniden kuracağız. Bu vesileyle şunu ifade etmek istiyorum. Başbakanın ülkemizde bulunan Ermeni göçmen işçileriyle ilgili beyanını da çok talihsiz ve barışı bozan bir anlayış taşıdığını da burada belirtmek istiyorum.

Diğer partilerden farkımız gerçekten emekten yana, emeğin en yüce değer olduğuna inanan bir siyasi anlayışa sahibiz. Varolan hem sağ hem de sol partilerden farkımız parti içi demokrasiye, parti içi katılıma son derece önem veriyoruz. Partide tüm kademelerde parti içi yarışın önünü tümüyle açacağız. Türkiye'de parti içi demokrasi yok, lider demokrasisi var. Partideki bütün yaşananlar liderin iki dudağı arasında... Buna bağlı olarak da siyaset ona göre şekilleniyor. Anti demokratik Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Yasası'nı değiştirmek için etkin çalışmalar yapacağız. Hizipçi ve dar kadrocu bir parti olmayacağız. EDP, Türkiye'de bir örnek olacaktır.

Saydığınız değerleri savunan muhalif partiler yok mu Türkiye'de?
Biz sadece iktidarların yaptıklarını eleştiren, onların yanlışlarını ortaya çıkartan bir muhalefet yapmayacağız. Biz kendimizi anlatacağız, biz neleri, nasıl yapabileceğimizi anlatacağız. Yani önce halkımızın bize güvenini sağlayacağız. Halk, "Bunlar gerçekten Türkiye'nin sorunlarını biliyor, sorunlara çözümleri var" diyebilmeli... Türkiye'nin her köşesinde sesimiz, nefesimiz olacak.

Sol ve sosyal demokrat değerlere bağlı, emeğe saygı duyan, barışcıl politikaları benimseyen sol kitle partisi yok. Öyle olsaydı bizim böyle bir parti kurma ihtiyacımız olmazdı. Çok sayıda seçmen böyle bir parti olmadığı için sandığa gitmiyor. Bizim niteliklerimize, düşünce biçimimize uygun bir partinin olmadığını iddia ediyoruz. Türkiye’de değişime, dönüşüme açık bir parti ben göremiyorum. Böyle bir parti olsaydı asla yeni bir parti arayışı içine girmezdik.

'Solda Tarihi Buluşma' sloganıyla yola çıktınız. Bu buluşmayı gerçekten sağladığınızı düşünüyor musunuz? Kuruluş sürecinde destek veren '10 Aralık Hareketi' ve bazı akademisyenler partiye katılmadı.
Solda tarihi buluşmayı büyük ölçüde gerçekleştirdik. Bu süreç devam edecek. Bizimle birlikte olmak isteyen kesimler bize katılacaktır.

10 Aralık Hareketi'yle aramızdaki konu asla bir arada olmamızı engelleyecek konular değildir. 10 Aralık sürecinde ben de yer aldım. Ufak tefek sorunlar olabilir. Süreç içinde biraraya geleceğimizden hiç şüphem yok. Bunu mutlaka gerçekleştireceğiz. Ahmet İnsel, Mithat Sancar gibi değerli akademisyenlerin de ayrıldıklarını söylemek doğru değil. Bu arkadaşlarımızın sadece parti yönetiminde görev alma yönünde bir talepleri olmamıştır. Yoksa partimize olan ilgileri ve destekleri devam etmektedir. Türkiyede böyle bir partiye ihtiyaç duyan çok sayıda demokrat, aydın, yurtsever, bilim insanı var ki biz onların hepsini kucaklıyoruz.

Geçmişte de 'solda birlik' girişimleri oldu. CHP-SHP birleşmesi hayal kırıklığı yarattı. EDP solda bu beklentileri karşılayabilecek mi?
Hayal kırıklığına uğrayacağımızı düşünmüyoruz. Bizim projemiz 2+2 4 gibi matematiksel, mekanik bir birleşme değil. Düşünsel bir projedir. Türkiye'de eksik olan bir siyasi anlayışın ortaya konması için ortak paydalarda birleşen insanların biraraya geldiği buluşmadır.

CHP-SHP birleşmesi çok kötü bir örnektir. Biz o sürecin içinde bulunduk. CHP'deki dar bir kadro SHP'yi içine katarak yutup kaybetmişitir. O nedenle o birleşme başarısızlığa mahkumdu. CHP, yapılan ilk seçimde barajı zor aştı, sonraki seçimde de barajın altında kaldı. Bizim o projelerle ortak bir noktamız yok.

EDP'nin CHP'nin oylarını böleceği eleştirilerine katılıyor musunuz?
Hayır, katılmıyorum. Biz yeni kurulmuş bir siyasi partiyiz. CHP'de bu kadro 20 yıldır partinin başında ve defalarca seçime girip çıktılar. Seçimlerin hepsinde de yenilgiye uğramışlar, iktidarın kenarına bile yaklaşamamışlardır. Eğer bunlar iktidar olabilecek güçleri olsaydı şimdiye kadar çoktan olmuşlardı. Bizim CHP ile bir alıp veremediğimiz yok. Onlar kendi yoluna, biz kendi yolumuza gidiyoruz.

Bizim meselemiz varolan kurulu siyasi partilerle değil. Biz Türkiye'de siyaseti değiştireceğiz. Siyasette değişimi ve dönüşümü sağlayacağız. Yeni bir anlayış getireceğiz. Türkiye'de demokrat siyaset nedir? Sol siyaset nasıl olur? Batı standartlarında bir siyasi parti nasıl olur? Türkiye partisi nasıl olur? bunu anlatacağız.

19 Mart 2010 Cuma

Ziya Halis: 'Özgürlükçü kitle partisiyiz'

EDP Genel Başkanı Ziya Halis, Yol TV'deki söyleşisinde, başka bir Türkiye'nin mümkün olduğuna inanan sistem mağdurlarını partisinde politikaya katılmaya davet ederek, 'Biz, sol - sosyal demokrat özgürlükçü bir kitle partisiyiz, çoğulcu bir yapıya sahibiz, demokratız, kapımız bu ilkeleri benimseyen herkese açık'' dedi.

13 Mart Cumartesi günü yapılan 'Büyük Buluşma Kurultayında' Eşitlik ve Demokrasi Partisinin (EDP) Genel Başkanı seçilen Ziya Halis, ilk TV söyleşini dün akşam YOL TV'de gerçekleştirdi.

17 mart Çarşamba akşamı saat 21.10’da, Rıza Aydoğmuş’un hazırlayıp sunduğu 'Sözün Özü' programına konuk olan Ziya Halis, yeni sol parti hakkında sorulanları yanıtladı ve Türkiye’nin sorunlarına yönelik EDP’nin temel çözüm önerilerini anlattı.

EDP Genel Başkanı, bugüne kadar farklı kulvarlarda siyaset yapmış olan insanların, aydınlar, bilim insanları ve ilk defa böyle bir sürece katılanlarla buluştuğu kuruluş sürecini özetledikten sonra partisinin programatik ilkelerine ve tüzüğüne atıfta bulundu.

Katıldığı ilk TV programında, açık sözlü ve samimi tarzıyla dikkat çeken Ziya Halis, EDP'nin kapısının herkese açık olduğunu söyleyerek, 'Biz, sol - sosyal demokrat özgürlükçü bir kitle partisiyiz, çoğulcu bir yapıya sahibiz, demokratız" dedi. Açıklamalarında sosyal devlet anlayışını öne çıkaran Halis, 'çok üreteceğiz ama üretilenleri hakça bölüşeceğiz' dedi.

İnanç özgürlüğü konusuna da değinen EDP Genel başkanı, resmi söylemin aksine, Türkiye'nin laik olmadığını, devletin her düzeyde dini kontrol ettiğini, kurulan ilişki sonucu bazen de
resmi dinin devleti kontrol ettiğini söyledi.

'Önce barış!'

Toplumsal barışın ertelenemez bir talep olduğunu vurgulayan EDP Genel Başkanı Ziya Halis, Kürt sorununun şiddet yöntemleriyle değil, ancak daha çok demokrasi ve eşit yurttaşlık taleplerinin karşılanması ile çözüm yoluna gireceğini belirtti.

Ziya Halis, 'Barışın gerçekleştirilmesinin adresi Parlamentodur. Barış ancak buna inanlarla gelir ve biz de buna inanıyoruz. Bizim iktidarımızda böyle bir sorun olmayacak' dedi.

'CHP sol değil...'

CHP'nin hem yapısal hem de konjonktürel olarak derin çelişkiler barındırdığına dikkat çeken Ziya Halis, Baykal döneminde CHP'nin bir bölge partisi durumuna gerilediğini vurguladı.

Ziya Halis, CHP'ye ilişkin değerlendirmelerini özetlerken, darbelerle, vesayet rejimi ile arasına bir mesafe koyamayan CHP'nin sol bir parti olmadığını söyledi.

Söyleşi Cuma günü tekrar yayınlanacak...

Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) Genel Başkanı Ziya Halis'in konuk olduğu 'Sözün Özü' programının tekrarı 19 Mart Cuma günü saat 15:30’da aynı kanalda yayınlanacak. Uydu kanallarından olan Yol TV'yi internet üzerinden de www.yoltv.eu adresinden izleyebilirsiniz.

YOL TV Frekans: TURKSAT 3A, Frekans 12525, Sembolrate 30000, FEC 5/6 Vertikal

Beykoz İlçe Oluşumu ve Kuruluş Faaliyeti Toplantısı

Beykoz'da EDP İlçe Örgütünü kurmak konusunda atacağımız adımları konuşmak üzere tüm arkadaşların katılımıyla hafta sonu bir toplantı gerçekleştirilecektir.

Toplantı katılımı için Beykoz'daki tüm arkadaşların çaba göstermesi, Parti ilçe merkezi binası için Paşabahçe ya da Kavacık'ta bakabileceğiniz bina araştırması yapılması önemlidir.

Tarih: 21 Mart 2010 Pazar
Saat: 16.00
Yer: Karagözsırtı Manzara Cafe

18 Mart 2010 Perşembe

Saruhan Oluç NTV'de

Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) Parti Meclisi üyesi Saruhan Oluç, bu akşam 20.00'de NTV'de Çiğdem Anad'ın sunacağı "Demokratik Açılımın Neresindeyiz" programına Ali Rıza Öztürk, Akın Birdal, Gülçin Avşar ve Öncan Yenier ile birlikte katılacaktır.

"İhtiyacımız olan yeni travmalar değil, barıştır."

EDP Genel Başkanı Ziya HALİS’in, Başbakan’ın; “Amerika ve İsviçre de kabul edilen Ermeni soykırım tasarılarını değerlendirmesi” ile ilgili basın açıklaması:


İhtiyacımız olan yeni travmalar değil, barıştır.

Başbakan’ın Amerika ve İsviçre de kabul edilen Ermeni soykırım tasarılarını değerlendirirken ifade ettiği ; “Benim ülkemde 170 bin ermeni var, bunların 70 bini benim vatandaşımdır. Ama 100 binini biz ülkemizde şu an idare ediyoruz. E ne yapacağım ben yarın, gerekirse bu 100 binine hadi siz memleketinize diyeceğim, bunu yapacağım.” ifadeleri, Türkiye ve Ermenistan arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinde ihtiyaç duyulacak bir anlayış ve söylem değildir.

Dünyanın ve özelikle de Avrupa’nın bir çok ülkesinde yaşayan ve çalışan göçmen yurttaşlarımıza karşı yabancı düşmanlığı temellinde yürütülen ırkçı politika ve yaklaşımların, başbakan tarafından Ermeniler üzerinden sahiplenilmiş olması da kaygı vericidir.

Ülke barışının sağlanmasına ve bölge ve dünya barışına hizmet etmeyen bu anlayışla dış politikamızın biçimlendirilmesi kabul edilebilir değildir. Türkiye’nin komşuları ile barış ve iyi ilişkiler içerisinde olması istem ve beklentimize de zarar vermiştir.

Bu politik yaklaşımın, hükümetin, ülkede yaşayan farklı kimliklere yönelik demokratik açılım ifadeleri ile bağdaşır bir yanı da olmadığı gibi, açılımlarla ortaya konulan çok kültürlü ve çok kimlikli bir Türkiye anlayışının ve çoğulculuğun başbakan tarafından içselleştirilememiş olduğunun belirgin bir başka kanıtı olarak ortaya çıkmıştır.

Kuruluş aşamasından başlayarak ülkemizde çalışanların iş ve ekmek ve insanca yaşama mücadelesinin yanında olduğunu ve yanında olacağını açık bir şekilde ifade eden Eşitlik ve Demokrasi Partisi olarak, uluslararası ilişkilerin düzenlenmesinden halkların, özelliklede çalışanların işinin ve ekmeğinin pazarlık unsuru yapılmasını kabul etmemiz de mümkün değildir.

Partimiz, ülkemizdeki tüm yurttaşların kimlik aidiyetlerine bakmadan hepsini kendi kimlikleri, ve hassasiyetleri ile birlikte sahiplenmektedir. Ülke ve bölge barışını hedefleyen bir siyaset anlayışı ile, ülkemizde ve coğrafyamızda geçmişte yaşanan travmaların etkilerini ve izlerini silerek, bir mutluluk, barış ve güven ortamını tesis edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Yeni travmaların, düşmanlıkların ve güvensizliklerin habercisi politikalar ve söylemler Türkiye Cumhuriyeti’nin  Başbakan’ın dili olamaz.

EDP olarak, uluslararası ilişkilerde yapıcı ve barışçı olmayan dili kabul etmiyor ve çok kimlikli, çok kültürlü, çok inançlı Türkiye’ nin yaratılması mücadelemizde bu türden yabancılaştırıcı dili ve  politikaları reddediyoruz.

EDP BASIN BÜROSU

17 Mart 2010 Çarşamba

Ziya Halis Çarşamba Saat 21:10’da YOL TV’de

Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) Genel Başkanı Ziya Halis 17 Mart Çarşamba günü saat 21.10’da YOL TV’de Rıza Aydoğmuş’un hazırlayıp sunduğu SÖZÜN ÖZÜ programının konuğu. EDP Genel Başkanı Ziya Halis, programda birleşme sürecini ve Türkiye’nin sorunlarına yönelik EDP’nin temel çözüm önerilerini anlatıyor. (Programın tekrarı 19 Mart Cuma günü saat 15:30’da.)

YOL TV - Frekans: TURKSAT 3A, Frekans 12525, Sembolrate 30000, FEC 5/6 Vertikal
YOL TV, internet üzerinden de seyredilebilir: www.yoltv.eu

16 Mart 2010 Salı

Eşitlik ve Demokrasi - Kadıköy, Üsküdar ve Ataşehir Gönüllüleri

Eşitlik ve Demokrasi Kadıköy, Üsküdar ve Ataşehir Gönüllüleri Toplanıyor...

Kadıköy, Üsküdar ve Ataşehir EDP gönüllüleri olarak, 18 Mart Perşembe saat tam 19.30'da aynı ilçelerden EDP kurucusu ve Parti Meclisi üyesi arkadaşlarımızın da katılımıyla, örgütlenme çalışmaları hakkında ve önümüzdeki sürece dair fikir alışverişinde bulunacağız.

Yer: Öteki Kültür Sanat Evi
Adres: Halitağa Cad. Kıvanç Sok. No: 5 Kadıköy



12 Mart 2010 Cuma

Büyük buluşma Ankara'da

Adalet, eşitlik ve demokrasi isteyenleri Ankara'da yapılacak 'büyük buluşma'ya davet eden Eşitlik ve Demokrasi Partisi, Cumartesi günü yapılacak Kurultay’da SHP ile birleşerek siyaset sahnesine çıkıyor.

Kuruluş çalışmaları tamamlanan Eşitlik ve Demokrasi Partisi, 13 Mart 2010 Cumartesi günü yapılacak Kurultay’da SHP (Sosyal Demokrat Halk Partisi) ile birleşerek siyaset sahnesine çıkıyor. Başta İstanbul ve İzmir olmlak üzere, Anadolu'nun tüm kentlerinden kurultaya katılmak için yola çıkanlar Cuma gününden itibaren Ankara'da olacak.

Eski Çalışma Bakanı Ziya Halis’in Genel Başkanlığı’nda kurulan EDP'nin SHP ile Birleşme Kurultayı Cumartesi saat 10:00’dan itibaren Ankara Anadolu Gösteri ve Kongre Merkezi’nde yapılacak. Yaklaşık 3 bin kişilik olan salonun kapasitesini artırmak için uğraşılıyor.

2 Mart 2010 Salı

Yeni Bir Sola Doğru ODTÜ Buluşması

Eşitlikçi, Özgürlükçü, Demokrat bir Siyasal Hareket İçin YENİ BİR SOLA DOĞRU...

Konuşmacılar:
Ahmet Asena / Yenisol (Eski ODTÜ ÖTK Başkanı)
Erkin Akın / SHP
Kemal Bülbül / Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Sekreteri

Tarih: 4 Mart 2010 Perşembe
Saat: 17.30
Yer: ODTÜ Beşeri Bilimler Binası B14 Amfisi

23 Şubat 2010 Salı

Yeni Sol Parti Girişimi - Gençlik Toplantısı

İstanbul'da yapacağımız haftalık toplantılarla bir gençlik meclisi yönetmelik taslağı hazırlamak amacıyla ilk toplantıyı 26 Şubat 2010 Cuma saat 18.00’de Yeni Sol Beyoğlu ilçe binasında yapıyoruz.

Adres: Süslü Saksı Sokak No:13 Kat:2 -Beyoğlu

TOPLANTI, SHP ŞİŞLİ BİNASINDAN YENİ SOL BEYOĞLU BİNASINA ALINMIŞTIR!

Ümraniye'de Gençler Kahvaltıda Buluşuyor

Ümraniye'de gençler (öğrenci, işçi, işsiz gençler) birbirleriyle tanışmak; birlikte, dayanışma içinde Ümraniye'de bir gençlik rüzgarı estirmenin adımlarını oluşturmak için kahvaltıda biraraya gelecekler. Bütün gençler bu kahvaltıya davetlidir.

Kahvaltı, açık büfe ve ücretsizdir.

Tarih: 27 Şubat 2010 Cumartesi
Saat 11.00
Yer: ÜSDEM (Çakmak Mah. Mithatpaşa Cad. No:5 Ümraniye)

Yeni Sol, Avcılar'da Kitlelerle Buluşuyor


DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜK, EŞİTLİK, ADALET ve BARIŞ için;
YENİ SOL kitlelerle buluşuyor...

Konuşmacılar:
Nilgün Özşahin - Aydın Engin

Tarih: 27 Şubat 2010 Cumartesi
Saat: 15.00-17.00
Yer: Eğitim-Sen 7 No’lu Şube Toplantı Salonu
Adres: Çiğdem Sokak, Yapı Kredi Bankası Üstü, 5.Kat, Avcılar

19 Şubat 2010 Cuma

Ahmet İnsel, Yeni Sol'u Anlatıyor - 2

Yeni Sol Parti girişimi Merkezi Temas Heyeti üyesi ve Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet İnsel'le konuşmamıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bugünkü konularımız tabiri caizse solun 'uhrevi' meseleleriyle daha fazla ilgili. Sovyetlerin çöküşünden sonra sosyalistlerden sosyal demokratlara 'doğru' bilinen birçok kavram daha fazla tartışmalı hale geldi, 60'larda Avrupa'da ortaya çıkan 'özgürlükçü sol' akımın eleştirileri ve önerileri ise kendine daha fazla yer bulmaya başladı. İnsel, Yeni Sol'un emek-sermaye çatışmasına, özelleştirmeye, devrime, demokrasiye, din ve laikliğe, emperyalizme nasıl baktığını anlatıyor

GÖKHAN KAYA - RADİKAL

* “TEKEL işçileri önemli bir şey; eşit pazarlık gücü talep ediyorlar."
*“Sistematik olarak özelleştirmeler iyidir ya da kötüdür tavrı bağnazlıktan başka bir şey değildir.”
*”Yeni Sol, Türkiye’de iktidara gelirse NATO çerçevesini değerlendirecektir.”
*”Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur paranoyasını kıracak bir perspektiftir AB üyeliği.”
*”Bizim laiklik anlayışımız, devletin din alanından bütünüyle çekilmesidir. Ne zorunlu din eğitimi, ne devlet politikası olarak Diyanet İşleri Başkanlığı kesinlikle söz konusu olamaz.”
*”Türkiye’de sosyalist hareketin klasik iddiaları olarak sıralanan şeylerin çoğu zaten sosyalistlere değil milliyetçilere özgü. Bu anlamda milliyetçilikten koptuğumuzu söyleyebiliriz.”
*”Ekim devrimi, Çin devrimi gibi devrimler bize bir radikal kopuş ile iktidara gelmenin, çoğunluğun rızası olmadan iktidara gelmenin, dar bir kadronun tahakküm arzusuna yol açtığını gösterdi.


Radikal solda 90’lardan sonra emek/sermaye çelişkisini öne çıkaran, kimlik sorunlarının eklemlendiği programlar tartışılıyordu, Yeni Sol’da böyle bir şema yok sanırım. 

Emek-sermaye çatışması toplumdaki çatışmalardan önemli bir tanesidir, ama tüm çatışmaların anası değildir. Solun geleneksel olarak kolaya kaçarak yaptığı şey toplumdaki tüm çatışmaları emek-sermaye çatışmasının bir türevi olarak ele almaktı. Ama öyle bir şey yok, o durumda işçilerin büyük bir çoğunluğunun sermayenin yanında yer alan AKP’ye oy vermesini izah edemiyoruz. Dolayısıyla başka motivasyonlar ve çatışmalar da var. Kimlikler çatışması emek sermaye çatışmasına indirgenmeden de var olabilir.
Örneğin bugün TEKEL işçileri ile ilgili Yeni Sol’un tavrı açıktır. TEKEL işçileri neyi talep ediyorlar? Sadece ücret değil, sendika başkanın üzerinde durduğu konu Yeni Sol için önemlidir. Kumlu, “Hükümet birçok taviz verdi diyor. Ama 4-C’lilerin sendikalı olmasına izin vermiyor” . İşte tam da bu önemlidir. Bize göre işçilerin esas mücadelesi emek piyasasında işverinin karşısında örgütlü bir biçimde yer alabilme mücadelesidir. Burada eşitliği ancak böyle sağlayabiliriz. İşveren ile işçi arasındaki o yapısal eşitsizlik; biri mülklü diğeri mülksüz. Liberal model iki taraf eşit, aralarında sözleşme yapılacak diyor. Biz de diyoruz ki: hayır, işverenle işçi arasındaki çıplak ilişki eşit değildir. Örgütlü işçilerle işveren arasında kısmi biçimde bir eşitlik ilişkisi kurulabilir. Bu anlamda TEKEL işçileri önemli bir şey; eşit pazarlık gücü talep ediyorlar.

Yeni Sol özelleştirmeleri savunuyor mu? TEKEL özelleştirmesi karşınıza gelse ne yapardınız? 

Sistematik olarak özelleştirmeler iyidir ya da kötüdür tavrı bağnazlıktan başka bir şey değildir. Kamu hizmetinin toplumun yararına olan alanlarda yoğunlaşmasını sağlamamız lazım. Örneğin devletin sigara ve alkollü içki üretmesi, ayakkabı üretmesi belki 1930’larda yararlıydı ama bugünün Türkiye’sinde bunun büyük bir yararı olduğu kanaatinde değiliz. Kamunun bedava ve kaliteli eğitim, sağlık, taşıma hizmeti üretmesi gerekir, bu alanlarda özelleştirmelere karşıyız. Kamu bu alanlarda bedava ve iyi hizmet vermelidir. Barınma hakkının güvence altına alınmasına yönelik, piyasanın bu alandaki yönlendiriciliğini kıran girişimlerde bulunmalıdır.
Eğitim bedava diyerek kalitesiz hizmet verip parası olanların ise özel okullarda kaliteli hizmet almasına olanak tanıdığınız zaman da bir eşitsizlik yaratırsınız. Dolayısıyla sorun sadece özelleştirme değil. O hizmetler nitelikli bir şekilde yoksullara, mülksüzlere ulaşıyor mu, buna da bakmamız gerekiyor.

‘Piyasayı kuşatmak’ ne demek?

Piyasa aktörlerinin faaliyetlerine bir sınır getirmektir. Asgari ücret uygulaması örneğin piyasa ekonomisine belli bir ücret seviyesinin altında insan çalıştıramazsın kuralını getirir. Belli alanlarda üretim yapılmasını istemiyoruz demektir. Örneğin nükleer enerjiye karşıysak piyasa ekonomisinin kendiliğinden buraya yönelmesini engelleyebiliriz. İşletmelerin istediği gibi çevreyi kirletmesine karşı çıkabiliriz. Mali piyasaların hareketlerini sınırlayabiliriz, Bugün dikkat ederseniz ABD’de Obama hükümeti bankaların boyutlarını sınırlamayı tasarlıyor. Dolayısıyla piyasayı kuşatmak topluma zarar vereceği alanlarda piyasaya kısıtlamalar getirmektir. Bazı alanlara piyasa ekonomisinin girmesini engellemektir. Örneğin ben bireysel emeklilik sisteminin özendirilmesine karşıyım çünkü emeklilik hakkının mali piyasaların çalkantılarına tabi olmasını çok tehlikeli buluyorum.
Sağlıkta piyasa ilişkilerinin girmesini engellemektir. Bir dizi toplumsal hak alanına piyasa ilişkilerinin girmesini engellemektir. Piyasa ilişkilerinin tekelleşmesini engellemektir. Örneğin İstanbul’da bir şirket doğalgaz dağıtıyor. Bölgesel olarak tekel konumunda, eğer o şirketin fiyat politikasını serbest bırakırsanız tüketicileri bütünüyle o şirketin eline teslim etmiş olursunuz. Bu tür şebeke ekonomilerinde özelleştirmelerin son derece dikkatli yapılması, çok detaylı ve ağır kamu hizmeti yükümlülükleri taşıması gerekir. Bunlara bakınca elektrik, su, gaz dağıtımı gibi şebeke ekonomilerinde özelleştirme yerine yerel yönetimlerin ortak katıldığı şirketler, güçlü şeffaflık koşulları eşliğinde toplu yarar açısından daha uygun olabilir.
Dünyada da Yeni Sol’un önemli taleplerinden birisi uluslararası spekülatif sermaye hareketlerinin sınırlanmasıdır. Bu amaçla Tobin vergisi denilen bir vergi öneriyor neoliberal küreselleşme karşıtı hareketler.

Anladığım kadarıyla neoliberal politikalara karşısınız, ama Yeni Sol AB’ye girişi savunuyor, bugün AB’yi neoliberal politikalar şekillendirmiyor mu? 

AB içinde liberal politikaları savunanlar ilanihayet çoğunluk olacak diye bir şey yok. AB’nin değişmesi ve başka yöne gitmesi de söz konusu olabilir. AB’nin Türkiye’ye getireceği katkılar kadar Türkiye’nin de AB’nin değişmesine katkıda bulunacağına inanıyoruz. AB’nin ciddi bir kimlikler sorunu yaşadığını görüyoruz. AB neoliberal politikalar için değil, Avrupa’ya savaşın gelmemesi için inşa edildi. Türkiye’nin girmesiyle AB’ye yeni bir barış dinamiği geleceği kanaatindeyiz.
Ayrıca şunu kabul etmek gerekir ki, Türkiye’de neoliberal partiler iktidara geldiğinde ülkeden kaçmıyoruz. Burada mücadele ediyoruz. AB içinde de bu mücadeleye devam etmemiz gerekir. İçimize kapanarak, biz bize benzeriz fetişizmini körükleyerek, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur paranoyasını kıracak bir perspektiftir AB üyeliği.

AB’nin oluşumu ve Türkiye’nin girişini döndürülemez bir süreç olarak mı görüyorsunuz?

Yüzde yüz AB’ye gireceğimiz kanaatinde değilim Avrupa içindeki direnç ve içerideki laikçi-milliyetçi-muhafazakar koalisyon Türkiye’nin üyelik macerasına son verebilir. Ayrıca AB üyeliği konusunda yaşanabilecek bir hayal kırıklığı, bir tür onur kırılması ve milliyetçi-şoven bir tepki de yaratabilir.
Yeni Sol’un program metninde radikal solun klasik talepleri: NATO’dan çıkmak, IMF ile ilişkileri kesmek, ABD üslerini kaldırmak yok, daha çok küreselleşme kavramı kullanılıyor, sizce emperyalizm dönemi sona mı erdi?
Hayır, sadece gerçekçi olmamız gerekir, bunlarla mücadele etmek imkanlarımız nispetindedir. Yeni Sol, Türkiye’de iktidara gelirse NATO çerçevesini değerlendirecektir. NATO’dan bağımsız olarak, kendi toplumumuzun barış, demokrasi ve özgürlük isteklerine uymayan taleplere yönelik tavrımızı gösteririz, karşı koyarız. Nasıl 2003’te bugün Yeni Sol’un içerisinde yer alan insanlar Irak tezkeresine karşı koyduysa bugün de Afganistan’a asker gönderme talebine karşı tavır alırız. IMF ile ilgili olarak ise zaten bugün hükümetin de IMF ile ilişkileri askıda. Bu yüzden de slogancı solun elinden bir silah alındı. Biz esas olarak IMF ile anlaşma yapmayacak durumda olmak istiyoruz, esas sorun odur. Sorumsuz kamu harcamaları yapmak, büyük bir borçlanmaya giderek dış mali müdahaleye muhtaç kalmadan bir iktisat politikası götürmektir esas sorun.

‘Üniversitelerde başörtüsüne özgürlük’ var programınızda, Diyanet kaldırılmalı mı?

Diyanet en azından bugünkü görev tanımıyla devam etmemeli. Ama aramızda bazıları kaldırılmalı da diyor. Sizce Türkiye’de devletin dini kontrol etmediği bir laiklik mümkün mü, Sivas’ı da hatırlarsak?
Evet ama Sivas devletin laikliği kontrol ettiği koşullarda yapıldı. İktidarda DYP-SHP koalisyonu vardı. Şöyle soralım: devletin bu kontrolüne rağmen Sivas, Maraş, Çorum katliamları oldu, geçenlerde Romanlar Selendi’den sürüldüler. Dolayısıyla devletin dini kontrol etmesi bunları engellemiyor. Esas bunları engellemek için tüm inançlara eşit mesafede olan bir devletin müdahalesi gerekiyor.
Peki nasıl bir laiklik?
Laiklik devletle din işlerinin ayrılmasıdır. Bu Osmanlı-Türkiye Sünni devlet geleneğinin hiç bilmediği bir şey. Laiklikte devlet din alanına girmez, girdiği andan itibaren devlet taraftır. Dolayısıyla bizim laiklik anlayışımız, devletin din alanından bütünüyle çekilmesidir. Ne zorunlu din eğitimi, ne devlet politikası olarak Diyanet İşleri Başkanlığı kesinlikle söz konusu olamaz. İçişleri Bakanlığı içinde din hizmetlerinin verilmesiyle ilgili düzenleyici bir kurum olabilir, Diyanet dini doktrinin üretilmesi kurumudur. Ali Bardakoğlu “Akşamları televizyon seyretmeyin, Kur’an okuyun” diyor. Kendi işini yapıyor, bu açıdan yanlış yapmıyor. Ama laik olduğu iddia edilen bir devletin, Başbakanlığa bağlı, özerk bütçesi olan, müsteşarlık konumunda bir kurumu “Kur’an okun” diyor, Müslüman olmayanlara “İncil veya Tevrat” okuyun demiyor, Alevilere “Dedelerinizin anlattıklarını dinleyin” demiyor. Bunu ancak bir cemaatin sözcüsü olarak söyleyebilir, devlet memuru olarak değil.

Türkiye’de Müslümanlığın ağır bir mahalle baskısı yok mu? Anadolu’nun bir kasabasında ateist olmasına rağmen oruç tutmak, cumaya gitmek zorunda kalan birinin mi, başörtüsü yüzünden üniversiteye giremeyenin mi üzerinde daha ağır ve derin bir baskı var?

Bu otoriterizmin ve muhafazakarlığın ciddi ve kadim bir sorunu. Devlet hiçbir zaman o ateistin sorununu çözmek için bir girişimde bulunmadı.
Peki sol neden gündemine almadı?
Bu pek doğru değil, örneğin din hanesinin nüfus cüzdanından kaldırılması solun 1990’lardan itibaren gündemine aldığı bir taleptir. Hatta bunun ilk kazanımı da din hanesinin boş kalması şeklinde olmuştur. Biz Birikim dergisinde ‘Sosyalist laiklik ile Kemalist laiklik arasındaki fark nedir? tartışmasını 1990’ların başında başlatmıştık. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın konumunu o zamandan beri eleştiririz.

Sizce solcular günlük yaşamda muhafazakarlığa boyun eğmiyor mu, ‘halkımızın değerleri’ lafzını ileri sürerek?

Biraz halk dalkavukluğu alışkanlığı yaygındır solda. Ama açık söylemek gerekir biz din düşmanı değiliz, dinin başkalarının üzerinde baskı aracı olarak kullanılmasına karşıyız. Demokrat, laik olmak din düşmanı olmak demek değildir.
Ben bir ateist olarak başkalarının inancına saygı gösterirsem aynısını kendim için de beklerim. Ama bu bir toplumsal mücadele meselesidir. Devlet aracılığı ile yapılamaz. Toplumsal alanda farklılıklara saygı içinde farklılıkların birlikteliği mücadelesinin verilmesi gerekir.
Türkiye’de potansiyel olarak ciddi bir mahalle baskısı var. Geçmişte de vardı. Kendi çocukluğumun geçtiği 60’larda da bugünkünden az olmayan bir mahalle baskısı vardı. Ataerkil gelenekler, alışkanlıklar egemen. Bunlara karşı elimizden geldiğince mücadele edeceğiz. Ama bizden farklı olanı, farklı düşüneni, farklı inançlara sahip olanı hor veya küçük görmeyeceğiz.
Türkiye ciddi bir değişim sürecinden geçiyor, kırsal kesimden kente gelenler kendi kapalı ilişkilerini de getiriyor, bunlar bir günde buharlaşmayacak.

Soldaki genel söylem ‘halk temizdir, devlet kötüdür’ değil mi, ceberut devletle muhafazakarlığın hakim olduğu toplum arasındaki bağ sanki hep görmezden gelinir?

Bu doğru. Halk dalkavukluğu yapmayalım. Fakat laikçi orta sınıflarda var olan, muhafazakarlıkla mücadele adı altında bir alt tabaka nefretini de dile getirmeyelim. ‘Göbeğini kaşıyanlar, kıllılar, bodur bacaklılar’ gibi tanımlamalarla ayrımcılık yapılmasına karşı çıkalım çünkü o da vahim bir ırkçılıktır.

Birikim’deki son yazınızdan anladığım kadarıyla ‘Devrim tahayyülü’ bitti diyorsunuz, ütopyasız bir sol mümkün mü?

Şiddet yöntemiyle bir gecede iktidarı almak hedefi bir ütopyayı gerektirmiyor aslında, sadece acil biçimde iktidar olma arzusunu ele veriyor. Ütopya hemen varamayacağınızı bildiğiniz ama davranışlarınızı ve hedeflerinizi ona doğru yönlendirdiğiniz bir ufuk çizgisidir. Siz iktidarı aldığınızda bütün ütopyanızı gerçekleştireceğinizi sanıyorsanız zaten o ütopya değildir. Dolayısıyla büyük bir yanılsamaya son verdi 20. yüzyıl. Değişimler, “Yaptım” demekle olmuyor. Çok uzun zaman süreçlerinde gerçekleşiyor. Bugün küresel hegemonyasına karşı mücadele ettiğimiz ABD’nin devriminin anayasası iki yüz yıldan fazla bir zamandan beri hala yürürlükte ama 1917’de yapılan Sovyet devriminden geriye neredeyse bir iz kalmadı, çünkü o kopuş tabanda kendini üretmeye yönelik bir kopuş değildi.
Ekim devrimi, Çin devrimi gibi devrimler bize bir radikal kopuş ile iktidara gelmenin, çoğunluğun rızası olmadan iktidara gelmenin, dar bir kadronun tahakküm arzusuna yol açtığını gösterdi. Sosyalizm ütopyasını insani felaketler içinde boğduğunu gösterdi. Bizim 20. yüzyıldan çıkardığımız başlıca ders devrimin bir gecede doğacak bir güneş olmadığıdır. Devrim değişimin ufuk çizgisidir ve ufuk çizgisini de biz günlük hayatımızda sürekli kılmak zorundayız. Devrim sürekli varmaya çalışacağımız ama varamayacağımız idealizdir. İnsanları o ilkeleri kabul etmeye çağıracağız. Becerirsek de toplumu bu şekilde dönüştüreceğiz.

Emekçilerin iktidarı diye bir tartışma kalmadı yani?

Salt emekçilerin demokratik iktidarı diye bir şey söz konusu olamaz, çünkü o emekçiler toplumda azınlığı oluşturuyor. 19. yüzyıl ortasında öngörülen gelişme 20. yüzyılda doğrulanmadı.

Sermaye de azınlık?

Evet biz de ona karşı mücadele ediyoruz. Sermayenin azınlıkta olması çoğunluğun rızası olmadan iktidarda olması anlamına gelmiyor. Sermaye güçlerinin hegemonyasını kırmak, rıza üretme mekanizmalarını etkisiz bırakmak, onun yerine emekçilerin, çalışanların, geniş bir yurttaş kitlesinin rızasını alacak ideolojik üstünlüğü sol sağlayabilirse başarılı olacaktır. Ayrıca bazı yer ve zamanlarda sermayeyi iktidarda tutan diktatörlükler de var tabii. Biz, emekçi fetişizmine de karşıyız. İnsanlar sadece emekçi olmaları hasebiyle demokrat, özgürlükçü, eşitlikçi olmazlar. Faşist hareketlerin bindirilmiş kıtaları da genellikle emekçilerden oluşur.

Yeni Sol’un programı itibariyle Türkiye’deki sosyalist hareketten koptuğunu söyleyebilir miyiz?

Türkiye’de sosyalist hareketin klasik iddiaları olarak sıralanan şeylerin çoğu zaten sosyalistlere değil milliyetçilere özgü. Bu anlamda milliyetçilikten koptuğumuzu söyleyebiliriz. Türkiye’deki sosyalist geleneğin Kemalizm ve milliyetçilikle olan göbek bağı yavaş yavaş kopuyor. O yüzden 27 Mayıs darbesini örnek verdim. Turnusol kağıdıdır.
Ama emekçilerin, çalışanların demokratik iktidarını reddetmiyoruz. Yeni bir sol zihniyet, dil ve politikalar özgürlük ve eşitlik ilkelerini benimseyenlerin katılımıyla oluşabilir. Böyle bir siyasal hareketin , iktidar olması demek, bu ilkeleri benimseyen çalışanların iktidar olması demektir. Ama eşitlik, özgürlük, demokrasi ilkelerini benimsemeyen çalışanlar, emekçiler de var olmaya, ve bize karşı olanları desteklemeye devam edeceklerdir. Hiçbir şekilde üstün sınıf ululamasına kendimizi kaptırmamalıyız.

Ahmet İnsel, Yeni Sol'u Anlatıyor - 1

Çok zaman sonra tarih kitaplarında Türkiye tarihinin bugününden söz edilirken herhalde en çok kullanılan kavram 'değişim' olacaktır. Türkiye'nin cumhuriyetin kuruluşuyla oluşan paradigmaya dair en ciddi tartışmalardan bazıları günümüzde yaşanıyor; AB süreci ve Ergenekon davasından sonra olmaz denilen şeyler oluveriyor. Ama ne ilginçtir ki modernizmin diğer temel fikri akımlarından farkı 'değişim'in hızlandırılması üzerine kurulu solun bu süreçte sesi çıkmıyor. Çıkıyorsa da daha çok 'statükocu' olarak anılıyor. Yeni bir Anayasa tartışmasında Türkiye'nin geleceği neredeyse sadece milliyetçiler ve liberal-muhafazakarların konumlandığı yerler etrafında çiziliyor. İşte bu ahval içinde kendisini milliyetçiliğin her türlü türeviyle yüzleşmek ve alt etmek misyonuyla tanımlayan yeni bir sol partinin kuruluşu için düğmeye basıldı. ÖDP eski Genel Başkanı, İstanbul milletvekili Ufuk Uras'ın, Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız'ın kamuoyuna duyurusunu yaptığı, SHP'nin de destek verdiği bilinen 'Yeni Sol'un program tartışmaları devam ediyor. Biz de merak ettik ve 'Yeni Sol'u Yeni Sol Parti girişimi Merkezi Temas Heyeti üyesi ve Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet İnsel'le konuştuk

GÖKHAN KAYA – RADİKAL

* “Sol muhafazakarlığı asker sopasıyla değil kendi mücadelesiyle geriletirse toplumsal meşruiyetini kazanır, güçlenir. Aksi takdirde milliyetçi-devletçi bir merkezin yedek gücü olarak kalmaya mahkumdur”

* “Yeni Sol’un milliyetçiliğin her türlü türeviyle yüzleşmek ve alt etmek misyonu var. Milliyetçilik Türkiye’yi felaketlere sürükleyen temel nedendir. Bunun yanında devleti bir kutsal olarak tanımıyoruz”

* “En başta Türklerin kendilerine şu soruyu sorması lazım: Ben niye Kürtlerle eşit olmak istemiyorum, ben niye başkalarıyla eşit olmak istemiyorum? Çoğunluğun fikriyatını değiştirmemiz lazım.”

* "Kürt ve Alevi sorunlarını çözme, kadınların ezilmişliğine, gençlerin dışlanmışlığına son verme konusunda, eğitim ve çalışma hayatında temel çözümümüz eşitlik kriteridir. AKP ve CHP’ye de sorsanız biz özgürlüğü kabul ediyoruz derler ama eşitliğe kadar gelemezler. "

‘Yeni sol’ Ergenekon davasının siyasette yarattığı yarılmanın ürünü mü?

Ergenekon solu böldü, fakat Yeni Sol hareketin olgunlaşmasını sağlayan adımlar daha önce, 27 Nisan Muhtırası’na karşı ne yapılacağı konusunda yaşanan tartışmalar sırasında atılmıştı. O dönemde sol içinde Abdullah Gül veya Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesine karşı olan tepkilerini bu muhtıraya sessiz kalarak ifade etmekten gizlice mutluluk duyan bir kesim vardı. Solun başka kesimleri ise bu muhtıraya açık bir şekilde karşı tavır aldılar.
Yine seçimler sırasında bir kısım sol bağımsız aday çalışmalarına katıldı, bir kısmı ise bu kampanyayı yeterince radikal bulmadı. ÖDP ve başka örgütlerin arasında ayrışmalar oldu. Karşı olanlar bağımsız aday kampanyalarını AKP’nin yedeğine takılmak olarak nitelendirmekten geri kalmadı.
Dolayısıyla Ergenekon davası süresince yaşanan tartışmaların bu yarılmanın üzerine geldiğini söyleyebiliriz. Ayrışmayı netleştirdiğini söyleyebiliriz.

Sol, Ergenekon davası süresince Susurluk döneminde gösterdiği aktif tavrı göstermedi. Bunun nedeni TSK ile solun paylaştığı batıcı-modernist zemin mi? 

O boyutu var, ama bence daha önemlisi AKP nefretidir. Laikçi orta sınıfların bir kesiminin AKP’ye karşı var olan sınıfsal nefretidir. Kendisini bu ülkenin hakimi olarak gören bu kesim AKP’ye vuran her el bizim için meşrudur hissiyatıyla hareket ediyor.
2007 seçimleri laikçi-cumhuriyetçi kesim için büyük bir şok oldu. O zamana kadar AKP’nin bu seçimle gideceğini düşünüyorlardı. 2007’den sonra AKP’nin iktidarı tamamen ele geçireceği ve ‘laikliğin kalesi’ TSK’yı teslim alacağı endişesiyle Ergenekon davası konusunda sessiz kalmak konumundan, davaya muhalefet etme noktasına geldiler.

Peki bu ‘laikçi-cumhuriyetçi’ kesimlerin endişelerinde bir gerçeklik payı yok mu?

Bu bir mücadele alanıdır. Askeri vesayetçi bir rejimle bir yaşam tarzının korunması gerçek anlamda bir demokrasinin yerleşmesinin sürekli olarak engellenmesi demektir. Muhafazakarlıkla mücadele etmek siyasal ve toplumsal alanda yurttaşların işidir, kurum olarak ordunun değil. Otoriter eğilimlere karşı mücadele için başka bir otoriter güce sığınmak teslimiyetçiliktir. Öbür türlü bütün sıfatlarımızı terk etmemize neden olarak bizi askeri vesayet rejiminin savunucusu haline getirir. Bu da savunulacak bir pozisyon değildir.

TSK’nın rejim içinde pozisyonunu zayıflatarak askeri vesayeti geriletmek mümkün mü? Bütün darbe ve muhtıralarda sivil siyasetin ve sermayenin işbirliği-mutabakatı yok mu? 

Kendi politikalarını askeri vesayet üzerinden uygulayanların ayaklarının altından bu halıyı çekmek için de buna ihtiyacımız var. Demokrasiyi lağvederek kendi iktidarlarını pekiştirmek isteyenlerin elinden o aracın alınması gerekir. Özellikle 12 Eylül’e giden süreçte sivil siyasetçiler Forum dergisinde, örneğin MESS açıkça darbe çığırtanlığı yaptı. 28 Şubat’ın öncesi ve sonrasında bazı işçi sendikaları konfederasyonları da askerlerden brifing almak için sıraya girmişlerdi. Askerlerin iradesiyle sınırlı olmayan bir otoriter vesayet beklentisi Türkiye’de yaygın bir beklentidir.
TSK’nın da askeri müdahaleyi aklından geçiremez hale gelmesi bu çevrelerin de demokrasi çerçevesinde hareket etmeyi içselleştirmeleri için olmazsa olmaz bir zorunluluktur.

AKP’nin askeri vesayete dayanak sağlayan hukuki arka planı değiştirmek için yeterince çaba sarf ettiğini söyleyebilir miyiz?

AKP’nin bu konuda yaptığı en önemli değişiklik Milli Güvenlik Kurulu’nun statüsünü değiştirmesidir. Bu EMASYA protokolünden daha önemli bir değişikliktir. AKP, EMASYA protokolünü şimdiye kadar neden değiştirmedi onu sormak lazım. Belki de kendilerini şimdi daha güçlü hissettikleri için, belki de aralarında bir mutabakat var, bunları bilemeyiz. Hepsi mümkün. Ama bunlar EMASYA protokolünün iptal edilmesinin önemini azaltmaz. Bundan sonra TSK’nın EMASYA direktiflerinin gerçekten yürürlükten kaldırması, eldeki fişlerin imha edilmesi gerekir.
Sol muhafazakarlığı asker sopasıyla değil kendi mücadelesiyle geriletirse toplumsal meşruiyetini kazanır, güçlenir. Aksi takdirde milliyetçi-devletçi bir merkezin yedek gücü olarak kalmaya mahkumdur. AKP’nin fırsatçı veya kendine demokratlığını teşhir etmek, Ergenekon’un avukatlığını soyunmaya gittiğinde, demokratlık ve özgürlükçülük terk edilmiş olur.

AB sürecinde bir olumsuzluk olursa AKP’nin bugünkü pozisyonu devam eder mi sizce? 

AB süreci bitse bile bu kısa vadede resmileşmeyecek. AKP için önemli olan kısa vadede önümüzdeki seçimlerdir. Demokratikleşme konusunda AKP adımlar atarsa bunun karşılığını daha önceki seçimlerde olduğu gibi alır. Çekingen davranırsa milliyetçi ve otoriter eğilimlerin daha fazla baskısıyla karşı karşıya kalacaktır.

Siz seçime girerseniz ilk hedefiniz AKP’yi indirmek olacak mı? ‘Yeni Sol’un program metnindeki
‘Demokratik siyaset alanında oluşan iradeyi meşru kabul eden, yapıcı ve yön gösterici muhalefeti benimseyen’ ifadesi bir muhalefet hareketi için fazla yumuşak bir başlangıç değil mi?


O cümle sadece AKP’ye yönelik söylenmiş bir şey değil. Hala 27 Mayıs’ı ‘iyi bir darbe’ olarak gören solcular var bu ülkede. Biz ‘iyi bir askeri darbe’ olmayacağı kanaatindeyiz. 80 darbesi sonrasında yapılan anayasa referandumu ve 83 seçimleri gibi değil de eşit, adil, özgür bir ortamda yapılan bir seçim sonrası ortaya çıkan irade siyasal iktidarın başat meşru temsilcisidir. Solun geçmişte ifade ettiği ‘Filipin demokrasisi, cici demokrasi’ gibi değerlendirmelerle bütünüyle göbek bağımızı kesmemiz lazım. İktidarda MHP de olsa seçimle geldiyse seçimle gitmelidir.

Peki yarın seçime girdiğinizi düşünürseniz Yeni Sol; CHP ve AKP’den farklı ne söyleyecek, vatandaş neden diğer partilere değil de size oy versin?

‘Yeni Sol’un milliyetçiliğin her türlü türeviyle yüzleşmek ve alt etmek misyonu var. Milliyetçilik Türkiye’yi felaketlere sürükleyen temel nedendir. Bunun yanında devleti bir kutsal olarak tanımıyoruz.
İkincisi farklılıkların beraberliğini sağlayacak yeni zemine ihtiyaç var. Bu da eşitlik üzerinden oluşur. Kürt ve Alevi sorunlarını çözme, kadınların ezilmişliğine, gençlerin dışlanmışlığına son verme konusunda, eğitim ve çalışma hayatında temel çözümümüz eşitlik kriteridir. AKP ve CHP’ye de sorsanız biz özgürlüğü kabul ediyoruz derler ama eşitliğe kadar gelemezler.
Özgürlüklere gelince. Biz örneğin CHP ve diğer partilerden farklı olarak Türkiye’de Kürt kimliğinin bir yurttaş kimliği olarak tanınmasının olmazsa olmaz olduğunu düşünüyoruz.

AKP’nin ‘Demokratik açılımından’ farklı ne söyleyeceksiniz?

AKP zaten çok az bir şey önerdi bu süreçte. Ana dilde eğitimi, yerel yönetimlerin özerk bir biçimde çalışmasını; o yörelerde kullanılan dillerde hizmet vermesini gündeme getirmedi. TRT 6’yı yaptı, çok güzel, karşı çıkmayız, özel televizyonlarda Kürtçe yayını serbest bıraktı. Ama bunun ötesine de gidemedi. Bunları yaparken Kürtlerin siyasal özgürlüklerine karşı büyük bir tepki de gösterdi. Bugün BDP’nin 900’den fazla üyesi tutuklu.

Açılımla, KCK operasyonlarının paralel yürümesi tesadüf mü?

Hayır tabii ki değil. AKP bir yandan açılım sözü ederken diğer yandan BDP’nin kendisine Doğu ve Güneydoğu’da rakip olmasını engelleyecek girişimlerde bulunuyor. İki binden fazla çocuk yaştaki zanlıya terörist muamelesi yapıyor. BDP’nin bine yakın üyesi, yöneticisi bugün tutuklu. Bu açılım falan değil. ‘Bana teslim ol, biat et, benim Kürdüm ol, o zaman sana himmet ederim’ anlayışı hala egemen.
Bizim açımızdan Kürt sorunu sadece Kürtlerin karar vereceği bir sorun değildir. Bütün Türkiyelilerin karar vereceği bir sorundur ama en başta Türklerin kendilerine şu soruyu sorması lazım: Ben niye Kürtlerle eşit olmak istemiyorum, ben niye başkalarıyla eşit olmak istemiyorum? Çoğunluğun fikriyatını değiştirmemiz lazım.

Genel af ilan edilmeden sizce gerçekten kökten bir çözüme yaklaşılabilir mi?

Genel af dile getirdiğimiz gerekliliklerden bir tanesi. Fakat sadece genel af değil tabii ki, bütün boyutları dikkate almak gerekir. Ergenekon davası da gösterdi ki geçmişte yaşanan şiddetin kaynağı sadece PKK değildi. Geçmişte yaşanan şiddetin kaynağında devlet de vardı. Diyarbakır cezaevinde yaşanan işkenceler bir devlet terörü olarak tanımlanacak boyutlardaydı; ve bunlar Türkiye’deki Kürt sorununu 90’larda yaşanan mecrasına sürükledi.

Kürt hareketi içinde de milliyetçiliğin yükselmesinden bahsedebilir miyiz?

Elbette bir tepki milliyetçiliği söz konusu, bu evvelden de vardı. Türkiye’deki insanların en büyük ortak paydası nedir dersek herhalde önce milliyetçilik ardından da çeşitli biçimlerde muhafazakarlık gelir. Ezilen ulusun milliyetçiliğinin ezen ulus milliyetçiliğinden daha kabul edilebilir olduğu inancı var, bunu bizim kabul etmemiz mümkün değil, ancak siz milliyetçilik yapıyorsunuz onlar da yapıyor diyerek işin içinden sıyrılmak da mümkün değil.

Ufuk Uras'ın BDP'ye katılması Yeni Sol için bir sıkıntı olmadı mı?

Hayır tam tersine, Ufuk BDP’nin meclise girmesine, grup kurmasına yardımcı olmasaydı, bizim için sıkıntı yaratırdı. Bütünüyle haksız bir kapatma davasının yaratacağı vahim siyasal sonuçları etkisiz bıraktı Ufuk’un üyeliği. DTP’nin kapatıldığı saatten itibaren hepimiz bir an bile duraklamadan bu katılımı destekledik. İlkeli olmak bunu gerektirir. Ayrıca Meclis’te özgürlükçü sol milletvekillerinin yer almasının önemini göstermiş oldu. Türkiye’de siyasetin, son derece can alıcı bir anda, demokratik çözüm ekseninden bütünüyle çıkmasını engelledi.

Ufuk Uras bir söyleşisinde ‘Aleviler artık siyasal özne’ diyor, öyle mi gerçekten? Bildiğim kadarıyla Alevilerin ‘Yeni sol’ gibi Mustafa Sarıgül’e desteği de söz konusu?

‘Yeni Sol’un amacı özel kimlikleri etrafında insanları birleştirmek değildir. Aleviler sadece Alevilerin sorunlarını dile getirerek Yeni Sol’da var olamazlar, rahat edemezler. Kürtler sadece Kürtlerin sorunlarını dile getirerek var olamazlar. Bu anlamda Yeni Sol’un amacı eşit yurttaşlık hareketidir. Adalet, özgürlük, emeğe saygı talep eden eşit yurttaşların hareketidir.
Alevilerin siyasal özne olma çabaları yeni bir şey değil. Mustafa Timisi ‘nin Türkiye Birlik Partisi deneyimi vardır, çok az bir oy almışlardı. Aleviler şu anda yekvücut bir kitle değil. AKP’ye, CHP’ye, MHP’ye oy veren pek çok Alevi var. Aslında bu demokrasi açısından daha sağlıklı bir pozisyondur. O anlamda ‘Alevilerin siyasi özne olması’ tabiri bana çok doğru gelmiyor, Alevi yurttaşların bağımsız özne olmaları daha doğru bir tabirdir.Bu bağlamda Alevilerin eşit yurttaş hareketine katkıları önemli olacaktır. . Zaten bildiğim kadar Alevi örgütleri de Alevi partisi kurmayı istemiyorlar.

‘Yeni sol’ programı tartışılırken Avrupa sol partisinin programı da gözden geçirildi sanırım, fakat orada geleneksel olarak sol partilerin arkasında olan sendikalar ve güçlü toplumsal muhalefet hareketleri var değil mi?

Türkiye’de sol olmak Avrupa’dan çok daha zor, Almanya, İtalya, Fransa’da en güçlü olduğu zaman sağ yüzde 55 oy alıyor. Ve buralarda kendisini solda tanımlayan güçlü bir kesim var. Türkiye’de ise CHP dahil toplumun yüzde 25-30’luk bir bölümü söz konusu. Bu rakama da çok milliyetçi bir kesim dahil edilerek, yaşam tarzı üstünlüğünü solculukla karıştıran, topluma yukardan bakan üst sınıfların bir kısmı falan dahil edilerek ulaşılıyor. Türkiye’de solun sendikal destek ile ayakta kalması için sendikaların solda olması gerekir. Kamu alanında birinci sendika artık sağcı sendikalar. Türkiye’de ilkeleriyle tutarlı ve gerçekçi bir solun besleneceği toplumsal alan son derece dar.
Solun ancak örgütlü bir emek dünyası ile ilişkisi güçlü olabilir. Bu ciddi bir eksiklik, bunu aşmak için mücadele etmek lazım, büyük sloganlarla değil günlük mücadelelerle çalışanların yüzünü sola döndürebiliriz.
Almanya’da sol parti bir koalisyon olarak doğdu Doğu Almanya’daki Komünist Parti’den, Yeşillerden, Sosyal Demokratlardan ayrılanlar kurdu. Türkiye’de bizim kurmaya çalıştığımız solun böyle bir gövdesi yok, bunu da tasarlamıyoruz. Örgütler koalisyonu olarak gideceğimiz yol çok sınırlı.
Ama siz de biraz öyle değil misiniz; SHP, ÖDP’den ayrılanlar, Alevi örgütleri ve başka irili ufaklı çevreler?
Bu siyasal girişimin ana gövdesi bu girişime birey olarak üye olacak olan insanlar olacaktır, bu insanlar çoğunluk olursa gruplar koalisyonu olmaktan çıkar. Yoksa eski örgütlerin alışkanlıkları kendini üretir. Başaramayabiliriz, ama bu hedef kurulmak istenen partinin var olan küçük dar örgütler koalisyonlarını aşacak bir üye profilinin oluşmasıyla ancak mümkündür.

Aleviler arasında da laikçi hassasiyete dayanan bir AKP karşıtlığı yaygın değil mi? 

Daha önce dediğim gibi Aleviler diye homojen bir bütün yok. Aleviler arasında da demokratlar, özgürlükçüler olduğu gibi, laikçi-otoriter rejim yanlıları, ulusalcılar, vs... var. Yeni bir Türkiye solu saflarında yer alacak Aleviler demokratlığı, özgürlükçülüğü, eşitlikçiliği benimsemiş yurttaşlar olacak.

Ufuk Uras: "Sol Cuntayı Savunamaz"

Türkiye onu pos bıyıklarının altından etrafa attığı muzip, güven veren, sıcak gülümsemesiyle tanıyor. İnternetteki sözlüklerde hakkında ‘kötü’ yoruma rastlamayacağınız ender siyasetçilerden biri Ufuk Uras. Kuruluşunda yer aldığı ve gönlünü, beynini koyduğu ÖDP’den kopuş sürecinde de, Meclis’te kıyamet koparan kavgalarda da, hakkında ortaya atılan ‘liberalleşiyor’ suçlamaları karşısında da o hep sakinliğini ve kendi deyimiyle ‘sol imanı’nı korudu. 2007 Genel Seçimleri’nde dönemin DTP’si ile yaptığı seçim ittifakı, Kürt sorununa bakış açısı, demokratik açılıma verdiği destek, içe kapanmacı, dar sol politikaların iflas ettiğini savunması; onu, hayatını adadığı ‘sol ailesi’ ile çoğu zaman karşı karşıya getirdi. Demokratik Açılım’ın görüşüldüğü Meclis Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma ‘sol’ olarak kabul etmediği CHP’li vekiller tarafından masalara vurularak protesto edilirken, AK Parti sıralarından alkışlar yükseliyordu. Hakkındaki bütün eleştirilere, iddialara ve suçlamalara rağmen o yılmadı, küsmedi, pes etmedi. Şimdi ‘ufuk’ta yeni bir parti, yeni bir başlangıç, yeni umutlar var…
BDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras’la Cihangir’deki mutevazı bir kafede buluştuk. Tam sözleştiğimiz saatte, elinde çantası, ağır adımlarla belirdi kaldırımda. Arkadaşlarıyla buluşmaya gelmiş bir üniversite öğrencisinin rahatlığı ve çocuksu gülümsemesi ile insana güven veren olgunluğun harmanı, ‘Özgürlükçü Sol Hareket’in yılmaz savaşçısı Uras’la Türkiye siyasetini, Ergenekon’u, Demokratik Açılım’ı, CHP’yi, solu ve tabii ki yeni parti çalışmalarını konuştuk.
Özgür UĞUR / HABERTURK.COM
17.02.2010

"CHP’NİN YAPTIĞI İŞ DEĞİL"

Türkiye’yi son dönemde en çok meşgul eden konuyla başlamak istiyorum. Haziran 2007’de Ümraniye’de bir gecekonduda ele geçirilen 27 adet el bombasından sonra Türkiye çok farklı bir sürece girdi. Bombalar, lav silahları, inanılması güç iddialar, darbe planları, itiraflar havada uçuşuyor. Size göre bu süreç neyi ifade ediyor?
Ben Ergenekon davasının kendisinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Sonuç olarak bu dava Türkiye’nin karanlık yüzüyle, kontrgerillayla ve Gladio’yla mücadelesidir. Ergenekon örgütlenmesinin üzerine gidilmesinin bütün kurumların kendini temizleme operasyonu olarak görüyorum. Sonuna kadar gidilebilir mi bilemiyorum. Ama bu haliyle bile çok önemli. Sonuna kadar gidilmesi de bizim fikri takibimizle mümkün. Tabi dava sürmekte olduğu için aslında çok hükümde bulunmamak lazım. Fakat neredeyse hükümde bulunmayan kalmadı.

‘Sürmekte olan bir dava konusunda bu kadar çok yorum yapılması yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına gölge düşürüyor’ diye mi düşünüyorsunuz?
Özellikle CHP’nin bu konuda avukatlığa soyunduğunu görüyoruz. Fakat giderek orada da bir dil düzeltmesi yaptılar. ‘Tabi ki çetelerin üzerine gitmek lazım ama masumlarla suçluyu ayırt etmek lazım’ diyorlar. Zaten mahkeme de bu yüzden yapılır. Tabii ki kurunun yanında yaş da yanmamalı ama ‘sözde terör örgütü’ diye küçümsedikleri şey Türkiye’de darbe yapmaya, istikrarsızlık yaratmaya yönelik bir örgütlenme. Ümit Sayın’ın en son itirafları çok önemli. Kamuoyunda böyle bir şey yokmuş gibi davranmaya devam edenler var ama orada her şeyi, nasıl bir örgütlenme içinde olduklarını anlatıyor. CHP avukatlığını yaptığı insanların ileride açılacak dosyalarıyla mahcup olabilir. Kefil oldukları insanların farkında değiller. Ortada apaçık bir kontrgerilla faaliyeti var, her taraftan silah çıkıyor, kemik çıkıyor. Bunu savunmanın kabul edilir bir tarafı yok. CHP’nin yaptığı iş değil.

"MEHMET AĞAR DAVASI’NA NEDEN GELMİYORSUNUZ?"

‘Sonuna kadar gidilebilir mi bilmiyorum’ dediniz. Neden böyle bir endişeniz var?
Sonuna kadar gidilebilmesi için bu ülkede demokrasiden, hukukun üstünlüğünden yana olanların kamuoyunda bunu unutturmamaları lazım. Dün yine Meclis’te bir konuşma yaptım ve dedim ki; Gladio ile mücadele bir tek yargıya bırakılamaz. ‘Araştırma komisyonu kurulsun’ diyoruz ama hep reddediliyor. ‘Sarıkız’ darbe planı için önerge verdiğimde AKP ve CHP reddetti. ‘Yargıya intikal etti’ dediler. Susurluk ve Şemdinli dosyaları da yargıya intikal etmişti. Ne oldu? Bu yargıya ikame bir şey değil ki.
Dün işte Mehmet Ağar davası vardı ben gittim hiç kimse yok bizden başka. Ergenekon’a bahane buldunuz. Mehmet Ağar davasına neden gelmiyorsunuz? Bir tek Pervin Buldan var,  müdahil olmak için başvuruyor. Hani soruluyor ya ‘Türkiye solu neden bitkisel hayatta?’ diye. İşte bunun için. Burnunun dibinde Mehmet Ağar davası var zahmet edip gidilmiyor.

Mehmet Ağar davasına siz neden gittiniz?
Bu dava bizim için önemli. Bunların hepsinin bağlantılandırılması lazım. Kendisinin ‘Bin operasyon yaptık’, ‘Tuğlayı çekersem duvar yıkılır’, ‘Ne yaptıysam MGK’nın bilgisi dahilinde yaptım’ dediği hikaye bu.

"AKP ERGENEKON DAVASINI KULLANIYOR OLABİLİR; AMA ESAS OLAN BU DEĞİL"

Türkiye bir konuda ikiye bölünmüş durumda. Bir kesim AK Parti’nin kendi gizli ajandasını hayata geçirebilmek için önünde gördüğü engelleri Ergenekon operasyonu sayesinde bertaraf etme amacında olduğuna inanırken, diğer kesim bunu  bir iç temizlenme, bir demokratikleşme hamlesi olarak görüyor. Bazı kesimler AK Parti muhaliflerinin Ergenekonculukla suçlandığını iddia ediyor.
AKP bunu kendi lehine kullanabilir ve kullanıyordur da. Bu ayrı bir olay. Ama konunun esası bu değil. Konunun esası bugün cumhuriyet diye anlattıkları 12 Eylül rejimini tasfiye edecek miyiz etmeyecek miyiz? Bu süreçten, bu yarılmadan demokrasi ve hukuk açısından yararlanacak mıyız yararlanmayacak mıyız? Esas hikaye bu.

Ama CHP ‘12 Eylül darbesini yapanları yargılayalım’ dedi, AK Parti buna sıcak bakmadı. Bu tutum da hükümetin demokratikleşme konusunda inandırıcılığının sorgulanmasına neden oluyor…
İşte zaten tam da bu noktada AKP’yi eleştirmek lazım. Biz neden AKP’nin mayasına göre tutum alalım ki? AKP’yi daha çok demokrasi, özgürlük ve eşitlik talebiyle, CHP-MHP milliyetçi koalisyonunu da 12 Eylül rejimine yaslandıkları için eleştirelim. Sol olarak bizim duruşumuz bu olmalı. Yoksa AKP’nin gündemiyle sınırlı bir siyaset neden düşünülsün ki?

"AKP MUHALİFLERİ ERGENEKONCU İLAN EDİLSE ÖNCE BİZİM GİTMEMİZ LAZIM"

Az  önce sormuştum, tekrar edeyim. ‘AK Parti muhalifleri Ergenekoncu ilan ediliyor’ gibi bir iddia var. Bu bakış açısı nasıl oluştu sizce? Gerçekten böyle bir izlenim var mı sizde de?
AKP’ye karşı en yoğun muhalefeti biz yapıyoruz. Mesela Kasım’da KESK’in öncülüğünde yapılan iş bırakma eylemi. Onun içinde biz de varız. Şimdi KESK Başkanı Ergenekon’dan gözaltına mı alındı? Ya da bize yönelik bir şey oldu mu? Birleşik Metal-İş Sendikası’ndan tutun da bütün ciddi sınıf sendikacılığı yapan sendikalar AKP’ye karşı büyük bir mücadele içindeler. Her AKP karşıtı Ergenekoncu diye yargılanıyor olsa önce bizim yargılanmamız lazım. Bütün bu sınıf hareketlerini biz örgütlüyoruz çünkü. AKP’ye en büyük eleştiriyi Alevi hareketi yapıyor, doğrudan Ergenekon’un mağduru. Ali Balkız dahil hepsi hakkında suikast planları iddiası var. En önemli AK Parti eleştirisini yapan aydınlar tehditlerden dolayı yurt dışına kaçtı. Onlar da hedefteydi. Bir tek Türk Metal-İş örneğinden yola çıkarak böyle bir genelleme yapılabilir mi? Dolayısıyla bu saçma sapan bir tez.

"CHP SOLCUYSA MHP DE SOLCU"

Sol da bu konuda bölünmüş gibi… Solun Ergenekona bakış açısı nasıl? Tavrı ne olmalı? CHP lideri Baykal’ın ‘Ergenekon’un avukatıyım’ sözlerini nasıl yorumlarsınız?
Sol tartışmasının CHP üzerinden yapılması kadar beni rahatsız eden bir şey yok. Bu tartışmayı yapanlar bana CHP ile MHP arasındaki 5 değil 3 farkı söylesinler. CHP eğer sol bir parti ise MHP de sol bir partidir. CHP ile MHP arasında 3 fark söylesinler CHP’nin sol bir parti olduğunu kabul edeyim.

Neleri benziyor mesela birbirine?
Tümüyle blok davranıyorlar. Meclis’te CHP-MHP milliyetçi koalisyonu her konuda ortak davranıyor. Demokratik açılım, anayasa değişikliği, Vakıflar Yasası, 301. Madde… Tüm bu meselelerde ortak hareket ediyorlar. Zaten problem AKP’nin alternatifinin soldan yaratılamaması. AKP’nin alternatifinin CHP-MHP milliyetçi koalisyonu olması, AKP’nin en büyük avantajı. Bu toplumun önemli çoğunluğu CHP-MHP milliyetçi koalisyonunu yani bir Ergenekon koalisyonunu asla benimsemez. Bu da AKP’nin avantajına dönüşüyor. Dolayısıyla bizim bu oyunu bozmamız lazım. Hakikaten sol bir seçenek yaratmamız lazım. Ve onu da yaratmaya kararlıyız.

"HERKES KONTRGERİLLA UZMANI KESİLDİ"

Sizce Ergenekon nedir?
(Gülüyor)Tarihteki isminden bağımsız olarak Ergenekon bir kontrgerilla örgütlenmesidir. İki tane Ergenekon var. Biri efsane Ergenekon bir de kontrgerilla efsanesi. Gerçi efsane olmaktan çıktı. Şu haliyle bile ortaya dökülen bilgi ve belgelere baktığınızda görülüyor ki çok açık olarak Gladio’nun kontrgerilla örgütlenmesidir.

Bu örgütlenmenin gerçekten bu ölçüde dallanıp budaklandığına inanıyor musunuz?
Dünyanın her yerinde bu böyledir. Almanya’da, İtalya’da da böyleydi. Zaten kontrgerilla örgütlenmesi böyle bir şey. Birbiriyle alakasız, ayrı ayrı kesimlere nüfuz edeceksiniz ki; toplumun nabzını yakalayacaksınız.

En çok eleştiri de bu anlamda geliyor. Mesela deniyor ki; ‘Uluslar arası alanda birçok başarı elde etmiş olan, dünyaca ünlü doktor, yatırımcı Mehmet Haberal ile Danıştay tetikçisi Alparslan Arslan nasıl aynı örgütten olur?’
Zaten herkes kontrgerilla uzmanı kesildi. ‘Kontrgerilla üyeleri türdeştir. Hepsi aynı meslek kolundan gelir ve birbirlerini tanırlar’ diye saçma sapan bir şey olamaz. Kontrgerilla, derin devlet zaten böyle bir şey. Biraz geriye gidelim. 9 Mart 1971 dönemine bakalım. Mahir Kaynak o dönemin akademisyenlerine ‘Akıl bizde, güç orduda. Gelin bunları birleştirelim, bir şey yapalım’ diyor ve cuntacılık faaliyeti yapıyor. Bakıyorsunuz üç aşağı beş yukarı bugün de bunun yansımaları var. Madanoğlu davasında Mahir Kaynak deşifre olmasaydı hepimiz demeyecek miydik; ‘Yahu üniversitenin profesörüne nasıl da haksızlık ediliyor’ diye. O yüzden bunlar saçma sapan tezler. Herkes uzman kesilmiş. Kontrgerilla böyledir, ‘bu buna uymaz’ diye bir şey yok.

"SOL CUNTAYI SAVUNAMAZ"

9 Mart cuntası ile Ergenekon yapılanmasını birbirine benzeten bazı değerlendirmeler görüyoruz. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bugüne gelmeye gerek yok. 9 Mart ile 12 Mart’ı karşılaştırın. Karşı karşıya gibi gösteriliyor ya.. Bakıyorsunuz Nihat Erim ilk başta 9 Mart’çılar arasında görünüyor, sonra 12 Mart hükümetinin başbakanı oluyor. Dolayısıyla 9 Mart ile 12 Mart iç içe geçmiş vaziyette. Bu konularda egemen güçler asla ve asla tek bir karta oynamıyorlar. Değişik seçenekler ortaya atılıyor ve biri tutmazsa, duruma göre diğer kart ileri sürülüyor. Yani sonuçta bütün o cuntacılık faaliyetlerinin bir yansıması bugünkü Ergenekon dediğimiz olay.

O dönemde bahsettiğimiz 9 Mart cuntasının sol eğilimler de taşıdığı bilinen bir gerçek artık. Sol ve cunta kelimeleri birbirine uzak gibi görünüyor ama önümüzde böyle de bir gerçek var. Sol cuntacı olabilir mi?
Asla olamaz. Solun olmazsa olmaz özelliği halkın iradesini esas almak ve demokrasiyi savunmaktır. Cuntacılıkla, militarizmle ne işimiz olabilir bizim. Militarizmi savunmanın solun temel değerleriyle alakasını kurmak mümkün değil. Bu cuntacı eğilimdeki insanlar genellikle bir anti-emperyalist söylem arkasına saklanıyorlar. Halbuki anti-emperyalizm, otoriter bir devlet yapılanmasını savunmayı gerektirmiyor. Sol adına bunu kabullenebilmek mümkün olamaz. O yüzden belki de solun A-B-C’sini tartışmaya yeniden başlamak gerekiyor. Solculuğun olmazsa olmaz koşulu her türlü militarist, cuntacı faaliyete karşı demokrasiyi savunmaktır. Militarizm dediğiniz nedir? Ben şimdi soru önergesi veriyorum Patriot füzeleriyle ilgili, ‘devlet sırrıdır, cevap veremeyiz’ diyorlar. Bu anti-emperyalist, anti-ABD’ci arkadaşları şurada bir görelim. Patriot füzeleri meselesinde bize bir destek versinler. İncirlik konusu var. AKP hükümeti yabancı güç kullanma hakkı TBMM’de iken orayı Bakanlar Kurulu kararıyla kullandırıyor. Ve biz şimdi Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu adı altında dava açtık, yürütmeyi durdurma kararı aldırmaya uğraşıyoruz bu konuda. Buyurun bizi yalnız bırakmayın be kardeşim. Türkiye’deki bütün anti-emperyalist eylemleri örgütleyen biziz, hiçbir yerde bu zevatı görmüyoruz etrafımızda. Darbe işlerinden vakit bulsalar da biraz da bu zeminlere gelseler.

"ULUSAL SOL, SİYASİ SAHTEKARLIKTIR"

Ulusalcı solculuk diye bir kavramı son dönemde çok duymaya başladık. Ulusalcı sol ile sol farklı mı? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu kavramı?
‘Hıyar’a ‘salatalık’ dediğinde adı değişiyor ama tadı değişiyor mu? Hitler’in nasyonal sosyalizminin tezlerini ‘ulusal sol’, ya da ‘milli sosyalizm’ adı altında yutturmaya çalışıyorlar. Ulus devlet deyince devletin kapitalist ve militarist kimliği gizleniyor. Orada siyasi bir hile var. Bunlar çok bedavacı ve kolay çözümler. Siyasi sahtekarlıklardır bunlar. Sol zaten tanımı gereği enternasyonaldir. Ulusal sol diye bir şey olamaz. Ulusal sol devlet solculuğudur. Devlete biat vardır temelinde.

"BALYOZ’DA İDDİA EDİLENLERİN BENZERİNİ BU ÜLKE YAŞADI"

Tekrar dönelim Ergenekon’a ve darbe planı iddialarına… ‘Balyoz Eylem Planı’ adı altında bir gazete tarafından yayınlanan belgelerde çok vahim iddialar var. Siz TSK içinde bir grubun AK Parti’yi devirmek uğruna bu tür faaliyetlere girebileceğine, kendi vatandaşlarını öldürebileceğine inanıyor musunuz?
Bunların hepsinin bir oyun ve çalışma olduğu söylendi. Oyun denince aklınıza uzun eşek, deve güreşi filan gelir. Yani darbe tasarımı oyun diye anlatılabilir mi? Tutuklanacak gazetecilerin oyunun içinde ne işi var? ‘Böyle şeyler olur mu?’ dediğiniz şeyler bizim geçmişimizde olmuş zaten. Bütün bu darbelerde doğrudan halka saldırılmadı mı? Daha bir hafta önce Güneydoğu’da alçaktan jetler uçurarak kendi halkı üzerinde korku yaratan İsrail ordusu muydu? Şimdi hiç böyle şeyler olmamış gibi davranabilir miyiz? Bu AKP ile de doğrudan ilgili bir şey değil bence. Bu doğrudan TBMM’ye ve demokrasiye yönelik bir kasıttır. Bir darbe olduğunda sadece AKP gitmeyecek ki. Demokrasi, hukuk, Meclis; hepsi uçacak. Baktığımızda Levent Ersöz’e, Veli Küçük’e, JİTEM’e bütün bilanço ortada. ‘Askeri bürokrasi köy boşaltır mı, orman yakar mı, yargısız infaz yapar mı?’ ‘Yapmaz’. Peki bu kuyuların altından cesetler, her taraftan silahlar, yanmış ormanlar neden çıkıyor? Bunlar korku filmi mi? Bırakın da bunu yargı çözsün. Bu savunma psikolojisini de anlamıyorum ben. Bu kuruma yönelik bir şey değil ki. Her kurum zaten kendi içindeki bu tür yapılanmaları ortadan kaldırmak zorunda. Eğer asker de haksızlığa uğradığını düşünüyorsa bu da Başbakan’a iletilir, üzerine gidilir. Çıkıp da basın açıklaması yapmak ‘Sabrımız taşıyor’ demek doğru değil.

"ORGENERAL BAŞBUĞ, PSİKOLOJİSİ BOZULDUYSA İSTİFA ETSİN"

Orgeneral Başbuğ, Gazete HABERTÜRK Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı’nın ‘Sabrınız taşarsa ne olur?’ sorusuna ‘Bizim de elimizde bilgi ve belgeler var. Sabrımız taşarsa biz de onları halkla paylaşırız’ cevabını verdi…
Hemen paylaşması lazım. Saklamak, bunu bir koz gibi kullanmak yanlış. Sabrı taşan istifa eder. Psikolojik savaş deniyor ya aslında psikolojik savaştan çok psikolojisi bozulanlar var. Psikolojin bozulduysa, sabrın taştıysa istifa edersin, yerine başkası gelir. Bunu bir tehdit olarak kullanmak ciddi anlamda problemdir.

Bu açıklama size göre tehdit midir?
Tabi canım yani. ‘Sabrımız taşarsa belgeleri açıklarız’ ne demek? Buyur açıkla. Biz açıklıktan ve gerçeğe ulaşmaktan yanayız zaten. Elindeki belgeyi sakladığın anda suça ortak olursun. Farkında değil suça ortak olduğunun. Biz Genelkurmay Başkanı ile ilgili suç duyurusunda bulunduğumuzda fark ettik ki; Genelkurmay Başkanı kendisine yönelik soruşturmayı kendisinin onaylaması gerekiyor. Yani askeri savcı selam duruyor, ‘Sizi soruşturabilir miyim?’ diye soruyor, o da ‘Hayır izin vermiyorum’ diyor. Bu takdir hakkını kullanıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Cumhurbaşkanı Meclis açılışında dedi ki; ‘Türkiye’de kimse hukukun üstünde değildir’. Ama gördük ki hukukun üstünde olanlar var. Bunu bir an önce düzeltmemiz lazım. Dolayısıyla bizim AKP’yi eleştirdiğimiz bir nokta da bu. Çok yavaş hareketli bir siyaset izliyorlar.

"AKP’NİN ELİNE BİR DAHA BÖYLE FIRSAT GEÇMEZ"

Başbakan bu konudaki eleştiriler için ‘Bize gaz vermeyin’ diyor…
Bakın 2011’de seçim olacak. AKP şu anda Meclis’te yüzde 62 çoğunluğa sahip. Eğer AKP bu kadar güçlüyken bu adımları atamazsa ve 2011 sonrasına ertelerse zaten geçmiş olsun. Bir daha bu kadar güçlü gelemeyecekleri açık. Oyları düşecek. Belki tek parti olarak yine gelebilirler, bilemiyorum ama bu oranda olmayacak güçleri. Anladığım kadarıyla anayasa konusunda da tereddütleri var. Şu çoğunlukta yapamadıklarını, daha az sayıda milletvekiliyle hiç yapamazsın. Biz AKP’yi bunun için zorluyoruz. Buyurun adım atın. Bu bir samimiyet testi. Bu reformlar konusunda, demokratik açılım konusunda adım atın.

Hükümet bir açılım süreci başlattı ve Habur’daki görüntüler, arkasından Reşadiye’de 7 askerimizin şehit edilmesinden sonra bu süreç sekteye uğradı. Birçok kişi de AK Parti’nin artık bu hükümeti döneminde somut adım atmayacağını, seçim sonrasını bekleyeceğini düşünüyor. Sizce süreç neden bu noktaya geldi?
Ben o kadar karamsar düşünmüyorum. Eğer AK Parti seçimden önce adım atmazsa bumerang gibi döner kendilerine çarpar. Oyları ciddi anlamda düşer. Bunu onlar da görüyor. O yüzden bazı adımlar atılacak ama bu adımların şekillendirilmesinde bizim sol olarak inisiyatif almamız gerekiyor. Referandum o yüzden önemli. Anayasa değişikliği referandumu iyi koordine edilirse toplumun yüzde 78’inin onayıyla geçer. Burada bir saflaşma olacak. Bir tarafta Ergenekoncu, milliyetçi cephe; diğer tarafta değişimden yana olanlar olacak. Biz de bu cepheleşmede söz sahibi olabilmeliyiz. Açılım için öyle basit jestler var ki… Önce şu kelepçeleri açmak lazım. Ben Diyarbakır’da ekonomi kurultayına gittim, oradaki bütün belediye başkanları tutuklanmış, gözaltına alınmış. Sonra ne dediler? İşte PKK’nın sivil kanadı. Bu cümle bile başlı başına tuhaf bir şey. Biz zaten silahlı siyasetten sivil siyasete geçilsin istiyoruz. Bırakalım insanlar sivil zeminde diledikleri her şeyi tartışsın, konuşsun. Bu tavırla sivilleşmeye karşı çıkılıyor. Dağda olmaya karşı çıkılmalı oysa. İnsanları neden bu kadar sıkıştırıyorsunuz? Silahlı siyasetten açık siyasete geçişin zemini bir süreç gerektirir.

"DTP’NİN KAPATILMASI SKANDALDIR"

Bu süreçte DTP’nin kapatılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
DTP’nin kapatılması ciddi bir skandaldır. Terörü ve şiddeti destekleyen tek bir cümleleri yok. Ne Aysel Tuğluk ne de Ahmet Türk mahkemede hüküm giymemiş. DTP için hazırlanan iddianamenin yüzde 90’ı sonuçlanmamış mahkeme iddialarına dayanıyor. Böyle bir şey olabilir mi?

Peki sizce DTP bu süreci iyi yönetebildi mi? Emine Ayna’nın ‘Dağa çıkma’ ile ilgili sözleri, ‘Kürtlerin sabrını taşırmayın’ söylemleri sürecin sekteye uğramasına katkı yapmadı mı? Bu konuda Abdullah Öcalan bile zaman zaman bu sert ve kışkırtıcı söylemleri açık açık eleştiriyor…
Bu gel-gitleri olan bir süreç. Emine Hanım’ın ‘Dağa çıkma’ ile ilgili sözlerinin tamamı medyaya yansımadı. O orada Bahçeli’nin dağ sözlerine karşılık  bir şey söyledi ve devamında ‘şaka bir yana’ deyip başka bir konuya geçti ama o kısmı medyada yer almadı. Kimsenin dağ filan istediği yok. Tam tersi dağdan ovaya inme konusunda BDP’de ve bölge insanında çok açık bir kararlılık var. Kimden gelirse gelsin biz şiddetin tasfiyesinden yanayız. Şiddetin tasfiyesiyle 12 Eylül rejiminin tasfiyesinin senkronizasyonunu sağlamanın yolu bulunmalı.

"CHP BARAJ ALTINDA KALABİLİR"

Habur’daki görüntüler konusunda ne düşünüyorsunuz? Çok tepki çekti. Sizce sorumluluk kimin?
Ben oradaydım. Birtakım sakillikler, usul hataları olmuş olabilir, evet. Ama işin esası orada değil. Orada on binlerce insan var ve o kadar mutlular ki. ‘Artık hayat normalleşiyor, çocuklar yuvaya dönüyor, şiddet ortamı tasfiye edilecek’ diye seviniyorlar. Şimdi oradaki insanların ruh halini empati yapamadıysanız geçmiş olsun yani. CHP çıkıyor, konu ne olursa olsun Habur’la başlıyor. Ondan sonra diyorlar ki; ‘Neden Hakkari’de 48 oy aldık?’ Alırsın tabii. Oradaki mutluluğun kodlarını çözemiyorsun daha sen. Bunun için de yine 2011 seçiminde CHP açısından bir baraj altı durumu olursa şaşırmayın.

"YENİ PARTİ BAHARDA HAZIR"

Gelelim yeni parti çalışmalarına… Ne aşamada şu anda? Ne zaman kurulacak? Seçimlere yetişecektir herhalde…
Tahmin ediyorum mart ayı içerisinde arkadaşlarımız kitlesel bir sol partinin hazırlıklarını tamamlayacaklar. Ve birey eksenli bir vicdan hareketi olacak. Çeşitli yapıların da katıldığı ama onları aşan bir çatı olacak. ‘Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz Platformu’ndan ‘Yeni Sol’a, SHP örgütlenmesinden ‘10 Aralık Hareketi’ne büyük bir siyasi yapılanma olacak. Ve belli bir süre içinde ben gerçek bir sol seçeneğin, cemaat örgütlenmelerinin değil de bireye, özgürlüğe, eşitliğe dayalı bir yapılanmanın oluşacağına inanıyorum. Bu yapılanmanın da Türkiye’nin bütün dengelerini değiştireceğini düşünüyorum.

Nasıl bir Türkiye hedefliyor bu yeni hareket?
Biz demokratik ve sosyal cumhuriyet hedefliyoruz. Büyük bir potansiyel adres göremediği için bir oraya bir buraya savruluyor. 2007 seçimlerinde oluşturduğumuz dalgayı bütün Türkiye’ye yaymayı hedefliyoruz. Edirne’den Ardahan’a bir ortak duruş ve ortak mücadele örgütlemeyi hedefliyoruz.
Mustafa Kemal döneminde idam edilen Maliye Bakanı Cahit Bey var. O anılarında diyor ki; ‘taklit cumhuriyet’. İşte bizim de taklit cumhuriyeti demokratik ve sosyal cumhuriyete dönüştürmemiz lazım. İşin özü ve esası bu. Ama buna direnenler var, bu değişimden yana olanlar var. Bu değişimden yana olanların daha da güç biriktirmesi gerek.
Eğer ülkede sağlıklı bir sol parti olursa şu anda AKP’nin yanında görünen demokrat kesim de bizim yanımızda yer alır.

BDP ile ilişkisi ne olacak bu yeni partinin? Yeni dönemde de işbirliğiniz devam edecek mi?
Bakın ben BDP’ye geldikten sonra onların verdikleri Meclis önergelerine baktım. Türkiye’nin hemen hemen her sorunuyla ilgili önerge vermişler. Kredi kartından kayıt dışı ekonomiye, ücretli öğretmenlerin sorunlarından kot taşlama işçilerine, mevsimlik işçilerinden GDO’ya kadar her konuda bir tutum almışlar. Hangi formatta olabilir bilmiyorum ama bu konuda hiçbir şüphe olmasın ki; yeni dönemde de BDP ile işbirliğimiz devam edecek. Formatı ne olur daha bugünden kestiremiyoruz tabi. Bir koalisyon ilişkisi mi olur, aynı parti çatısında mı olur belli değil. Ama buna kararlıyız.

"POPÜLER SÖYLEMLER GEREKİYOR ARTIK"

Siz yaptığınız konuşmalarda sık sık Latin Amerika’daki sol iktidarları örnek veriyorsunuz. Orada daha çok tabandan gelen bir hareketle sol iktidar oluyor. Türkiye’de böyle bir taban potansiyeli görüyor musunuz?
Zaten bütün mesele de burada. Şimdilik böyle bir dalga olduğu kanaatinde değilim. Bugüne kadar Türkiye’de sol daha çok kamu çalışanlarının mücadelesine dayanır. Yeni yeni çiftçi örgütlenmeleri oluşturuldu. Ama yeterince aşağıdan yukarı bir dalga oluşmuş değil. Güçlü bir sınıfsal hareket olursa onun üzerinden siyasi taçlanma daha kolay olur. Ama bu tek başına pratiğe ya da sol imana ilişkin bir mesele değil. Bu dönemde yani kapitalizmin yeni döneminde genelde dünyada sınıf hareketleri, sosyal-toplumsal hareketler ciddi bir kriz içinde. Bu yeni döneme uygun formatlar bulmak gerekiyor. Yani ahaliyi eleştirmek yerine zamanın ruhunu iyi okuyup daha esnek yapılanmalar üzerinden gitmek gerekiyor. Biraz popüler bir söylem gerekiyor.

17 Şubat 2010 Çarşamba

Yeni Sol Fatih Toplantısı

Yeni, kitlesel bir sol parti için Fatih ilçesinde her hafta sürdürdüğümüz toplantılarımızın 7.sini Samatya Palmiye Çay Bahçesi'nde 18 Şubat 2010 Perşembe günü 19:30'da düzenliyoruz.

Soldaki boşluğu dolduracak gerçekten demokrat, özgürlükçü, katılımcı ve birleştirici bir parti için örgütlenelim, tüm gücümüzle toplantılara katılalım.

Gündemimiz:
1) Yeni katılımcı arkadaşlarla tanışma ve sürece dair bilgilendirme. (Hemen her toplantıda katılan yeni arkadaşların olduğu gözönüne alınarak.)
2) Programatik Bildirge ve Tüzük hakkındaki düşüncelerimiz.
3) a.Fatih ilçesinde yer tutma ve örgütlenme konusunda bir önceki toplantıda kararlaştırdıklarımızı ne ölçüde gerçekleştirebildik.
    b.Ekonomik durumumuz ve bütçemizi geliştirebilmek için yapabileceklerimiz.

Palmiye Çay Bahçesi, Koca Mustafa Paşa-Samatya
(K.M.Paşa Tren istasyonunun 50 metre yakınında, sahil yolunda solda.)

14 Şubat 2010 Pazar

Yeni Sol İstanbul Gençlik Koordinasyonu Toplantısı

Yeni Sol İstanbul Gençlik Koordinasyonu Toplantısı, 15 Şubat 2010 Pazartesi, saat 18.00'de Yeni Sol Beyoğlu Lokali'nde yapılacak.

Toplantı herkesin katılımına açıktır.

Adres: Süslü Saksı Sokak No.13 Kat:2 Beyoğlu




Yeni Sol Beyoğlu Toplantısı

Tarih: 15 Şubat 2010 Pazartesi
Saat: 19.30
Toplantı yeri: Yeni Sol Lokali, Süslü Saksı Sokak No.13 Kat:2 Beyoğlu

Bu toplantıda ön gündem şöyle önerilmektedir:
  • Önceki toplantı kararları gerçekleşme durumu
  • Bilgilendirme: İstanbul Eşgüdüm Heyeti Toplantısı  
  • "Programatik Bildirge" üzerine görüş ve değerlendirmeler
  • Toplantı öncesinde ve sırasında önerilecek diğer gündem maddeleri
  • Gelecek toplantının gündeminin tespiti

10 Şubat 2010 Çarşamba

Yeni Sol İstanbul Gençlik Buluşuyor!

İstanbul'da Yeni Sol'dan gençler; partileşme süreci ile ilgili bilgilenmek, 26 Aralık toplantısından bu yana neler yapıldığını konuşmak ve gençlik örgütlenmesine dair somut meseleleri tartışmak üzere buluşuyor. Yeni Sol ile ilgilenen tüm gençleri bu buluşmaya davet ediyoruz.

Tarih: 12 Şubat 2010 Cuma
Saat: 18.30
Yer: Yeni Sol Beyoğlu Lokali
Adres: Süslü Saksı Sokak No.13 Kat:2 Beyoğlu

Yeni Sol Fatih Toplantısı

Fatih bölgesi Yeni Sol çalışması her çarşamba yapılan toplantılarla devam ediyor.
Bölgemizdeki demokratlarla buluşmak, örgütlenmek ve partileşme sürecini beraber inşa etmek için biraraya geliyoruz.
Fatih ilçesi Yeni Sol teşkilatının iskeletini bugünden yaratmak için kolları sıvıyoruz.
Soldaki boşluğu dolduracak gerçekten demokrat, özgürlükçü, katılımcı ve birleştirici bir parti fikrinden güç alıyoruz.

Her çarşamba düzenli olarak sürdürdüğümüz toplantılarımızın altıncısını 10 Şubat 2010 Çarşamba günü saat 19:30'da, Fındıkzade Eğitim-Sen 8 No'lu Şube'de yapacağız.

Sesimize sesini katmak isteyen, omuz omuza vermek isteyen tüm duyarlı, sorumluluk sahibi, vicdanlı demokratları toplantımıza katılmaya davet ediyoruz.

Gündemimiz:
1) Yeni Sol Parti çalışmalarında son durum
2) Fatih ilçesindeki örgütlenme çalışmalarımız
3) Programatik bildirgenin değerlendirilmesi

Eğitim Sen 8 No'lu Şube
Adres: Molla Gurani Mah. Molla Gurani Cad. Hayat Palas Apt. No. 61/10 Fındıkzade-Fatih
Tel: 0 (212) 531 04 42

Yeni Sol Beşiktaş Toplantısı

Tarih: 10 Şubat 2010 Çarşamba
Saat: 19.30
Toplantı yeri: Yeni Sol Lokali, Süslü Saksı Sokak No. 13 Kat 2 Beyoğlu

Bu toplantıda ön gündem şöyle önerilmektedir:
  • Önceki toplantı kararları gerçekleşme durumu
  • Bilgilendirme: Yeni Sol sekretarya toplantısı
  • Beşiktaş Buluşması organizasyonu
  • "Programatik Bildirge" üzerine görüş ve değerlendirmeler  
  • Toplantı öncesinde ve sırasında önerilecek diğer gündem maddeleri
  • Gelecek toplantının gündeminin tesbiti