23 Şubat 2010 Salı

Yeni Sol Parti Girişimi - Gençlik Toplantısı

İstanbul'da yapacağımız haftalık toplantılarla bir gençlik meclisi yönetmelik taslağı hazırlamak amacıyla ilk toplantıyı 26 Şubat 2010 Cuma saat 18.00’de Yeni Sol Beyoğlu ilçe binasında yapıyoruz.

Adres: Süslü Saksı Sokak No:13 Kat:2 -Beyoğlu

TOPLANTI, SHP ŞİŞLİ BİNASINDAN YENİ SOL BEYOĞLU BİNASINA ALINMIŞTIR!

Ümraniye'de Gençler Kahvaltıda Buluşuyor

Ümraniye'de gençler (öğrenci, işçi, işsiz gençler) birbirleriyle tanışmak; birlikte, dayanışma içinde Ümraniye'de bir gençlik rüzgarı estirmenin adımlarını oluşturmak için kahvaltıda biraraya gelecekler. Bütün gençler bu kahvaltıya davetlidir.

Kahvaltı, açık büfe ve ücretsizdir.

Tarih: 27 Şubat 2010 Cumartesi
Saat 11.00
Yer: ÜSDEM (Çakmak Mah. Mithatpaşa Cad. No:5 Ümraniye)

Yeni Sol, Avcılar'da Kitlelerle Buluşuyor


DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜK, EŞİTLİK, ADALET ve BARIŞ için;
YENİ SOL kitlelerle buluşuyor...

Konuşmacılar:
Nilgün Özşahin - Aydın Engin

Tarih: 27 Şubat 2010 Cumartesi
Saat: 15.00-17.00
Yer: Eğitim-Sen 7 No’lu Şube Toplantı Salonu
Adres: Çiğdem Sokak, Yapı Kredi Bankası Üstü, 5.Kat, Avcılar

19 Şubat 2010 Cuma

Ahmet İnsel, Yeni Sol'u Anlatıyor - 2

Yeni Sol Parti girişimi Merkezi Temas Heyeti üyesi ve Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet İnsel'le konuşmamıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bugünkü konularımız tabiri caizse solun 'uhrevi' meseleleriyle daha fazla ilgili. Sovyetlerin çöküşünden sonra sosyalistlerden sosyal demokratlara 'doğru' bilinen birçok kavram daha fazla tartışmalı hale geldi, 60'larda Avrupa'da ortaya çıkan 'özgürlükçü sol' akımın eleştirileri ve önerileri ise kendine daha fazla yer bulmaya başladı. İnsel, Yeni Sol'un emek-sermaye çatışmasına, özelleştirmeye, devrime, demokrasiye, din ve laikliğe, emperyalizme nasıl baktığını anlatıyor

GÖKHAN KAYA - RADİKAL

* “TEKEL işçileri önemli bir şey; eşit pazarlık gücü talep ediyorlar."
*“Sistematik olarak özelleştirmeler iyidir ya da kötüdür tavrı bağnazlıktan başka bir şey değildir.”
*”Yeni Sol, Türkiye’de iktidara gelirse NATO çerçevesini değerlendirecektir.”
*”Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur paranoyasını kıracak bir perspektiftir AB üyeliği.”
*”Bizim laiklik anlayışımız, devletin din alanından bütünüyle çekilmesidir. Ne zorunlu din eğitimi, ne devlet politikası olarak Diyanet İşleri Başkanlığı kesinlikle söz konusu olamaz.”
*”Türkiye’de sosyalist hareketin klasik iddiaları olarak sıralanan şeylerin çoğu zaten sosyalistlere değil milliyetçilere özgü. Bu anlamda milliyetçilikten koptuğumuzu söyleyebiliriz.”
*”Ekim devrimi, Çin devrimi gibi devrimler bize bir radikal kopuş ile iktidara gelmenin, çoğunluğun rızası olmadan iktidara gelmenin, dar bir kadronun tahakküm arzusuna yol açtığını gösterdi.


Radikal solda 90’lardan sonra emek/sermaye çelişkisini öne çıkaran, kimlik sorunlarının eklemlendiği programlar tartışılıyordu, Yeni Sol’da böyle bir şema yok sanırım. 

Emek-sermaye çatışması toplumdaki çatışmalardan önemli bir tanesidir, ama tüm çatışmaların anası değildir. Solun geleneksel olarak kolaya kaçarak yaptığı şey toplumdaki tüm çatışmaları emek-sermaye çatışmasının bir türevi olarak ele almaktı. Ama öyle bir şey yok, o durumda işçilerin büyük bir çoğunluğunun sermayenin yanında yer alan AKP’ye oy vermesini izah edemiyoruz. Dolayısıyla başka motivasyonlar ve çatışmalar da var. Kimlikler çatışması emek sermaye çatışmasına indirgenmeden de var olabilir.
Örneğin bugün TEKEL işçileri ile ilgili Yeni Sol’un tavrı açıktır. TEKEL işçileri neyi talep ediyorlar? Sadece ücret değil, sendika başkanın üzerinde durduğu konu Yeni Sol için önemlidir. Kumlu, “Hükümet birçok taviz verdi diyor. Ama 4-C’lilerin sendikalı olmasına izin vermiyor” . İşte tam da bu önemlidir. Bize göre işçilerin esas mücadelesi emek piyasasında işverinin karşısında örgütlü bir biçimde yer alabilme mücadelesidir. Burada eşitliği ancak böyle sağlayabiliriz. İşveren ile işçi arasındaki o yapısal eşitsizlik; biri mülklü diğeri mülksüz. Liberal model iki taraf eşit, aralarında sözleşme yapılacak diyor. Biz de diyoruz ki: hayır, işverenle işçi arasındaki çıplak ilişki eşit değildir. Örgütlü işçilerle işveren arasında kısmi biçimde bir eşitlik ilişkisi kurulabilir. Bu anlamda TEKEL işçileri önemli bir şey; eşit pazarlık gücü talep ediyorlar.

Yeni Sol özelleştirmeleri savunuyor mu? TEKEL özelleştirmesi karşınıza gelse ne yapardınız? 

Sistematik olarak özelleştirmeler iyidir ya da kötüdür tavrı bağnazlıktan başka bir şey değildir. Kamu hizmetinin toplumun yararına olan alanlarda yoğunlaşmasını sağlamamız lazım. Örneğin devletin sigara ve alkollü içki üretmesi, ayakkabı üretmesi belki 1930’larda yararlıydı ama bugünün Türkiye’sinde bunun büyük bir yararı olduğu kanaatinde değiliz. Kamunun bedava ve kaliteli eğitim, sağlık, taşıma hizmeti üretmesi gerekir, bu alanlarda özelleştirmelere karşıyız. Kamu bu alanlarda bedava ve iyi hizmet vermelidir. Barınma hakkının güvence altına alınmasına yönelik, piyasanın bu alandaki yönlendiriciliğini kıran girişimlerde bulunmalıdır.
Eğitim bedava diyerek kalitesiz hizmet verip parası olanların ise özel okullarda kaliteli hizmet almasına olanak tanıdığınız zaman da bir eşitsizlik yaratırsınız. Dolayısıyla sorun sadece özelleştirme değil. O hizmetler nitelikli bir şekilde yoksullara, mülksüzlere ulaşıyor mu, buna da bakmamız gerekiyor.

‘Piyasayı kuşatmak’ ne demek?

Piyasa aktörlerinin faaliyetlerine bir sınır getirmektir. Asgari ücret uygulaması örneğin piyasa ekonomisine belli bir ücret seviyesinin altında insan çalıştıramazsın kuralını getirir. Belli alanlarda üretim yapılmasını istemiyoruz demektir. Örneğin nükleer enerjiye karşıysak piyasa ekonomisinin kendiliğinden buraya yönelmesini engelleyebiliriz. İşletmelerin istediği gibi çevreyi kirletmesine karşı çıkabiliriz. Mali piyasaların hareketlerini sınırlayabiliriz, Bugün dikkat ederseniz ABD’de Obama hükümeti bankaların boyutlarını sınırlamayı tasarlıyor. Dolayısıyla piyasayı kuşatmak topluma zarar vereceği alanlarda piyasaya kısıtlamalar getirmektir. Bazı alanlara piyasa ekonomisinin girmesini engellemektir. Örneğin ben bireysel emeklilik sisteminin özendirilmesine karşıyım çünkü emeklilik hakkının mali piyasaların çalkantılarına tabi olmasını çok tehlikeli buluyorum.
Sağlıkta piyasa ilişkilerinin girmesini engellemektir. Bir dizi toplumsal hak alanına piyasa ilişkilerinin girmesini engellemektir. Piyasa ilişkilerinin tekelleşmesini engellemektir. Örneğin İstanbul’da bir şirket doğalgaz dağıtıyor. Bölgesel olarak tekel konumunda, eğer o şirketin fiyat politikasını serbest bırakırsanız tüketicileri bütünüyle o şirketin eline teslim etmiş olursunuz. Bu tür şebeke ekonomilerinde özelleştirmelerin son derece dikkatli yapılması, çok detaylı ve ağır kamu hizmeti yükümlülükleri taşıması gerekir. Bunlara bakınca elektrik, su, gaz dağıtımı gibi şebeke ekonomilerinde özelleştirme yerine yerel yönetimlerin ortak katıldığı şirketler, güçlü şeffaflık koşulları eşliğinde toplu yarar açısından daha uygun olabilir.
Dünyada da Yeni Sol’un önemli taleplerinden birisi uluslararası spekülatif sermaye hareketlerinin sınırlanmasıdır. Bu amaçla Tobin vergisi denilen bir vergi öneriyor neoliberal küreselleşme karşıtı hareketler.

Anladığım kadarıyla neoliberal politikalara karşısınız, ama Yeni Sol AB’ye girişi savunuyor, bugün AB’yi neoliberal politikalar şekillendirmiyor mu? 

AB içinde liberal politikaları savunanlar ilanihayet çoğunluk olacak diye bir şey yok. AB’nin değişmesi ve başka yöne gitmesi de söz konusu olabilir. AB’nin Türkiye’ye getireceği katkılar kadar Türkiye’nin de AB’nin değişmesine katkıda bulunacağına inanıyoruz. AB’nin ciddi bir kimlikler sorunu yaşadığını görüyoruz. AB neoliberal politikalar için değil, Avrupa’ya savaşın gelmemesi için inşa edildi. Türkiye’nin girmesiyle AB’ye yeni bir barış dinamiği geleceği kanaatindeyiz.
Ayrıca şunu kabul etmek gerekir ki, Türkiye’de neoliberal partiler iktidara geldiğinde ülkeden kaçmıyoruz. Burada mücadele ediyoruz. AB içinde de bu mücadeleye devam etmemiz gerekir. İçimize kapanarak, biz bize benzeriz fetişizmini körükleyerek, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur paranoyasını kıracak bir perspektiftir AB üyeliği.

AB’nin oluşumu ve Türkiye’nin girişini döndürülemez bir süreç olarak mı görüyorsunuz?

Yüzde yüz AB’ye gireceğimiz kanaatinde değilim Avrupa içindeki direnç ve içerideki laikçi-milliyetçi-muhafazakar koalisyon Türkiye’nin üyelik macerasına son verebilir. Ayrıca AB üyeliği konusunda yaşanabilecek bir hayal kırıklığı, bir tür onur kırılması ve milliyetçi-şoven bir tepki de yaratabilir.
Yeni Sol’un program metninde radikal solun klasik talepleri: NATO’dan çıkmak, IMF ile ilişkileri kesmek, ABD üslerini kaldırmak yok, daha çok küreselleşme kavramı kullanılıyor, sizce emperyalizm dönemi sona mı erdi?
Hayır, sadece gerçekçi olmamız gerekir, bunlarla mücadele etmek imkanlarımız nispetindedir. Yeni Sol, Türkiye’de iktidara gelirse NATO çerçevesini değerlendirecektir. NATO’dan bağımsız olarak, kendi toplumumuzun barış, demokrasi ve özgürlük isteklerine uymayan taleplere yönelik tavrımızı gösteririz, karşı koyarız. Nasıl 2003’te bugün Yeni Sol’un içerisinde yer alan insanlar Irak tezkeresine karşı koyduysa bugün de Afganistan’a asker gönderme talebine karşı tavır alırız. IMF ile ilgili olarak ise zaten bugün hükümetin de IMF ile ilişkileri askıda. Bu yüzden de slogancı solun elinden bir silah alındı. Biz esas olarak IMF ile anlaşma yapmayacak durumda olmak istiyoruz, esas sorun odur. Sorumsuz kamu harcamaları yapmak, büyük bir borçlanmaya giderek dış mali müdahaleye muhtaç kalmadan bir iktisat politikası götürmektir esas sorun.

‘Üniversitelerde başörtüsüne özgürlük’ var programınızda, Diyanet kaldırılmalı mı?

Diyanet en azından bugünkü görev tanımıyla devam etmemeli. Ama aramızda bazıları kaldırılmalı da diyor. Sizce Türkiye’de devletin dini kontrol etmediği bir laiklik mümkün mü, Sivas’ı da hatırlarsak?
Evet ama Sivas devletin laikliği kontrol ettiği koşullarda yapıldı. İktidarda DYP-SHP koalisyonu vardı. Şöyle soralım: devletin bu kontrolüne rağmen Sivas, Maraş, Çorum katliamları oldu, geçenlerde Romanlar Selendi’den sürüldüler. Dolayısıyla devletin dini kontrol etmesi bunları engellemiyor. Esas bunları engellemek için tüm inançlara eşit mesafede olan bir devletin müdahalesi gerekiyor.
Peki nasıl bir laiklik?
Laiklik devletle din işlerinin ayrılmasıdır. Bu Osmanlı-Türkiye Sünni devlet geleneğinin hiç bilmediği bir şey. Laiklikte devlet din alanına girmez, girdiği andan itibaren devlet taraftır. Dolayısıyla bizim laiklik anlayışımız, devletin din alanından bütünüyle çekilmesidir. Ne zorunlu din eğitimi, ne devlet politikası olarak Diyanet İşleri Başkanlığı kesinlikle söz konusu olamaz. İçişleri Bakanlığı içinde din hizmetlerinin verilmesiyle ilgili düzenleyici bir kurum olabilir, Diyanet dini doktrinin üretilmesi kurumudur. Ali Bardakoğlu “Akşamları televizyon seyretmeyin, Kur’an okuyun” diyor. Kendi işini yapıyor, bu açıdan yanlış yapmıyor. Ama laik olduğu iddia edilen bir devletin, Başbakanlığa bağlı, özerk bütçesi olan, müsteşarlık konumunda bir kurumu “Kur’an okun” diyor, Müslüman olmayanlara “İncil veya Tevrat” okuyun demiyor, Alevilere “Dedelerinizin anlattıklarını dinleyin” demiyor. Bunu ancak bir cemaatin sözcüsü olarak söyleyebilir, devlet memuru olarak değil.

Türkiye’de Müslümanlığın ağır bir mahalle baskısı yok mu? Anadolu’nun bir kasabasında ateist olmasına rağmen oruç tutmak, cumaya gitmek zorunda kalan birinin mi, başörtüsü yüzünden üniversiteye giremeyenin mi üzerinde daha ağır ve derin bir baskı var?

Bu otoriterizmin ve muhafazakarlığın ciddi ve kadim bir sorunu. Devlet hiçbir zaman o ateistin sorununu çözmek için bir girişimde bulunmadı.
Peki sol neden gündemine almadı?
Bu pek doğru değil, örneğin din hanesinin nüfus cüzdanından kaldırılması solun 1990’lardan itibaren gündemine aldığı bir taleptir. Hatta bunun ilk kazanımı da din hanesinin boş kalması şeklinde olmuştur. Biz Birikim dergisinde ‘Sosyalist laiklik ile Kemalist laiklik arasındaki fark nedir? tartışmasını 1990’ların başında başlatmıştık. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın konumunu o zamandan beri eleştiririz.

Sizce solcular günlük yaşamda muhafazakarlığa boyun eğmiyor mu, ‘halkımızın değerleri’ lafzını ileri sürerek?

Biraz halk dalkavukluğu alışkanlığı yaygındır solda. Ama açık söylemek gerekir biz din düşmanı değiliz, dinin başkalarının üzerinde baskı aracı olarak kullanılmasına karşıyız. Demokrat, laik olmak din düşmanı olmak demek değildir.
Ben bir ateist olarak başkalarının inancına saygı gösterirsem aynısını kendim için de beklerim. Ama bu bir toplumsal mücadele meselesidir. Devlet aracılığı ile yapılamaz. Toplumsal alanda farklılıklara saygı içinde farklılıkların birlikteliği mücadelesinin verilmesi gerekir.
Türkiye’de potansiyel olarak ciddi bir mahalle baskısı var. Geçmişte de vardı. Kendi çocukluğumun geçtiği 60’larda da bugünkünden az olmayan bir mahalle baskısı vardı. Ataerkil gelenekler, alışkanlıklar egemen. Bunlara karşı elimizden geldiğince mücadele edeceğiz. Ama bizden farklı olanı, farklı düşüneni, farklı inançlara sahip olanı hor veya küçük görmeyeceğiz.
Türkiye ciddi bir değişim sürecinden geçiyor, kırsal kesimden kente gelenler kendi kapalı ilişkilerini de getiriyor, bunlar bir günde buharlaşmayacak.

Soldaki genel söylem ‘halk temizdir, devlet kötüdür’ değil mi, ceberut devletle muhafazakarlığın hakim olduğu toplum arasındaki bağ sanki hep görmezden gelinir?

Bu doğru. Halk dalkavukluğu yapmayalım. Fakat laikçi orta sınıflarda var olan, muhafazakarlıkla mücadele adı altında bir alt tabaka nefretini de dile getirmeyelim. ‘Göbeğini kaşıyanlar, kıllılar, bodur bacaklılar’ gibi tanımlamalarla ayrımcılık yapılmasına karşı çıkalım çünkü o da vahim bir ırkçılıktır.

Birikim’deki son yazınızdan anladığım kadarıyla ‘Devrim tahayyülü’ bitti diyorsunuz, ütopyasız bir sol mümkün mü?

Şiddet yöntemiyle bir gecede iktidarı almak hedefi bir ütopyayı gerektirmiyor aslında, sadece acil biçimde iktidar olma arzusunu ele veriyor. Ütopya hemen varamayacağınızı bildiğiniz ama davranışlarınızı ve hedeflerinizi ona doğru yönlendirdiğiniz bir ufuk çizgisidir. Siz iktidarı aldığınızda bütün ütopyanızı gerçekleştireceğinizi sanıyorsanız zaten o ütopya değildir. Dolayısıyla büyük bir yanılsamaya son verdi 20. yüzyıl. Değişimler, “Yaptım” demekle olmuyor. Çok uzun zaman süreçlerinde gerçekleşiyor. Bugün küresel hegemonyasına karşı mücadele ettiğimiz ABD’nin devriminin anayasası iki yüz yıldan fazla bir zamandan beri hala yürürlükte ama 1917’de yapılan Sovyet devriminden geriye neredeyse bir iz kalmadı, çünkü o kopuş tabanda kendini üretmeye yönelik bir kopuş değildi.
Ekim devrimi, Çin devrimi gibi devrimler bize bir radikal kopuş ile iktidara gelmenin, çoğunluğun rızası olmadan iktidara gelmenin, dar bir kadronun tahakküm arzusuna yol açtığını gösterdi. Sosyalizm ütopyasını insani felaketler içinde boğduğunu gösterdi. Bizim 20. yüzyıldan çıkardığımız başlıca ders devrimin bir gecede doğacak bir güneş olmadığıdır. Devrim değişimin ufuk çizgisidir ve ufuk çizgisini de biz günlük hayatımızda sürekli kılmak zorundayız. Devrim sürekli varmaya çalışacağımız ama varamayacağımız idealizdir. İnsanları o ilkeleri kabul etmeye çağıracağız. Becerirsek de toplumu bu şekilde dönüştüreceğiz.

Emekçilerin iktidarı diye bir tartışma kalmadı yani?

Salt emekçilerin demokratik iktidarı diye bir şey söz konusu olamaz, çünkü o emekçiler toplumda azınlığı oluşturuyor. 19. yüzyıl ortasında öngörülen gelişme 20. yüzyılda doğrulanmadı.

Sermaye de azınlık?

Evet biz de ona karşı mücadele ediyoruz. Sermayenin azınlıkta olması çoğunluğun rızası olmadan iktidarda olması anlamına gelmiyor. Sermaye güçlerinin hegemonyasını kırmak, rıza üretme mekanizmalarını etkisiz bırakmak, onun yerine emekçilerin, çalışanların, geniş bir yurttaş kitlesinin rızasını alacak ideolojik üstünlüğü sol sağlayabilirse başarılı olacaktır. Ayrıca bazı yer ve zamanlarda sermayeyi iktidarda tutan diktatörlükler de var tabii. Biz, emekçi fetişizmine de karşıyız. İnsanlar sadece emekçi olmaları hasebiyle demokrat, özgürlükçü, eşitlikçi olmazlar. Faşist hareketlerin bindirilmiş kıtaları da genellikle emekçilerden oluşur.

Yeni Sol’un programı itibariyle Türkiye’deki sosyalist hareketten koptuğunu söyleyebilir miyiz?

Türkiye’de sosyalist hareketin klasik iddiaları olarak sıralanan şeylerin çoğu zaten sosyalistlere değil milliyetçilere özgü. Bu anlamda milliyetçilikten koptuğumuzu söyleyebiliriz. Türkiye’deki sosyalist geleneğin Kemalizm ve milliyetçilikle olan göbek bağı yavaş yavaş kopuyor. O yüzden 27 Mayıs darbesini örnek verdim. Turnusol kağıdıdır.
Ama emekçilerin, çalışanların demokratik iktidarını reddetmiyoruz. Yeni bir sol zihniyet, dil ve politikalar özgürlük ve eşitlik ilkelerini benimseyenlerin katılımıyla oluşabilir. Böyle bir siyasal hareketin , iktidar olması demek, bu ilkeleri benimseyen çalışanların iktidar olması demektir. Ama eşitlik, özgürlük, demokrasi ilkelerini benimsemeyen çalışanlar, emekçiler de var olmaya, ve bize karşı olanları desteklemeye devam edeceklerdir. Hiçbir şekilde üstün sınıf ululamasına kendimizi kaptırmamalıyız.

Ahmet İnsel, Yeni Sol'u Anlatıyor - 1

Çok zaman sonra tarih kitaplarında Türkiye tarihinin bugününden söz edilirken herhalde en çok kullanılan kavram 'değişim' olacaktır. Türkiye'nin cumhuriyetin kuruluşuyla oluşan paradigmaya dair en ciddi tartışmalardan bazıları günümüzde yaşanıyor; AB süreci ve Ergenekon davasından sonra olmaz denilen şeyler oluveriyor. Ama ne ilginçtir ki modernizmin diğer temel fikri akımlarından farkı 'değişim'in hızlandırılması üzerine kurulu solun bu süreçte sesi çıkmıyor. Çıkıyorsa da daha çok 'statükocu' olarak anılıyor. Yeni bir Anayasa tartışmasında Türkiye'nin geleceği neredeyse sadece milliyetçiler ve liberal-muhafazakarların konumlandığı yerler etrafında çiziliyor. İşte bu ahval içinde kendisini milliyetçiliğin her türlü türeviyle yüzleşmek ve alt etmek misyonuyla tanımlayan yeni bir sol partinin kuruluşu için düğmeye basıldı. ÖDP eski Genel Başkanı, İstanbul milletvekili Ufuk Uras'ın, Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız'ın kamuoyuna duyurusunu yaptığı, SHP'nin de destek verdiği bilinen 'Yeni Sol'un program tartışmaları devam ediyor. Biz de merak ettik ve 'Yeni Sol'u Yeni Sol Parti girişimi Merkezi Temas Heyeti üyesi ve Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet İnsel'le konuştuk

GÖKHAN KAYA – RADİKAL

* “Sol muhafazakarlığı asker sopasıyla değil kendi mücadelesiyle geriletirse toplumsal meşruiyetini kazanır, güçlenir. Aksi takdirde milliyetçi-devletçi bir merkezin yedek gücü olarak kalmaya mahkumdur”

* “Yeni Sol’un milliyetçiliğin her türlü türeviyle yüzleşmek ve alt etmek misyonu var. Milliyetçilik Türkiye’yi felaketlere sürükleyen temel nedendir. Bunun yanında devleti bir kutsal olarak tanımıyoruz”

* “En başta Türklerin kendilerine şu soruyu sorması lazım: Ben niye Kürtlerle eşit olmak istemiyorum, ben niye başkalarıyla eşit olmak istemiyorum? Çoğunluğun fikriyatını değiştirmemiz lazım.”

* "Kürt ve Alevi sorunlarını çözme, kadınların ezilmişliğine, gençlerin dışlanmışlığına son verme konusunda, eğitim ve çalışma hayatında temel çözümümüz eşitlik kriteridir. AKP ve CHP’ye de sorsanız biz özgürlüğü kabul ediyoruz derler ama eşitliğe kadar gelemezler. "

‘Yeni sol’ Ergenekon davasının siyasette yarattığı yarılmanın ürünü mü?

Ergenekon solu böldü, fakat Yeni Sol hareketin olgunlaşmasını sağlayan adımlar daha önce, 27 Nisan Muhtırası’na karşı ne yapılacağı konusunda yaşanan tartışmalar sırasında atılmıştı. O dönemde sol içinde Abdullah Gül veya Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesine karşı olan tepkilerini bu muhtıraya sessiz kalarak ifade etmekten gizlice mutluluk duyan bir kesim vardı. Solun başka kesimleri ise bu muhtıraya açık bir şekilde karşı tavır aldılar.
Yine seçimler sırasında bir kısım sol bağımsız aday çalışmalarına katıldı, bir kısmı ise bu kampanyayı yeterince radikal bulmadı. ÖDP ve başka örgütlerin arasında ayrışmalar oldu. Karşı olanlar bağımsız aday kampanyalarını AKP’nin yedeğine takılmak olarak nitelendirmekten geri kalmadı.
Dolayısıyla Ergenekon davası süresince yaşanan tartışmaların bu yarılmanın üzerine geldiğini söyleyebiliriz. Ayrışmayı netleştirdiğini söyleyebiliriz.

Sol, Ergenekon davası süresince Susurluk döneminde gösterdiği aktif tavrı göstermedi. Bunun nedeni TSK ile solun paylaştığı batıcı-modernist zemin mi? 

O boyutu var, ama bence daha önemlisi AKP nefretidir. Laikçi orta sınıfların bir kesiminin AKP’ye karşı var olan sınıfsal nefretidir. Kendisini bu ülkenin hakimi olarak gören bu kesim AKP’ye vuran her el bizim için meşrudur hissiyatıyla hareket ediyor.
2007 seçimleri laikçi-cumhuriyetçi kesim için büyük bir şok oldu. O zamana kadar AKP’nin bu seçimle gideceğini düşünüyorlardı. 2007’den sonra AKP’nin iktidarı tamamen ele geçireceği ve ‘laikliğin kalesi’ TSK’yı teslim alacağı endişesiyle Ergenekon davası konusunda sessiz kalmak konumundan, davaya muhalefet etme noktasına geldiler.

Peki bu ‘laikçi-cumhuriyetçi’ kesimlerin endişelerinde bir gerçeklik payı yok mu?

Bu bir mücadele alanıdır. Askeri vesayetçi bir rejimle bir yaşam tarzının korunması gerçek anlamda bir demokrasinin yerleşmesinin sürekli olarak engellenmesi demektir. Muhafazakarlıkla mücadele etmek siyasal ve toplumsal alanda yurttaşların işidir, kurum olarak ordunun değil. Otoriter eğilimlere karşı mücadele için başka bir otoriter güce sığınmak teslimiyetçiliktir. Öbür türlü bütün sıfatlarımızı terk etmemize neden olarak bizi askeri vesayet rejiminin savunucusu haline getirir. Bu da savunulacak bir pozisyon değildir.

TSK’nın rejim içinde pozisyonunu zayıflatarak askeri vesayeti geriletmek mümkün mü? Bütün darbe ve muhtıralarda sivil siyasetin ve sermayenin işbirliği-mutabakatı yok mu? 

Kendi politikalarını askeri vesayet üzerinden uygulayanların ayaklarının altından bu halıyı çekmek için de buna ihtiyacımız var. Demokrasiyi lağvederek kendi iktidarlarını pekiştirmek isteyenlerin elinden o aracın alınması gerekir. Özellikle 12 Eylül’e giden süreçte sivil siyasetçiler Forum dergisinde, örneğin MESS açıkça darbe çığırtanlığı yaptı. 28 Şubat’ın öncesi ve sonrasında bazı işçi sendikaları konfederasyonları da askerlerden brifing almak için sıraya girmişlerdi. Askerlerin iradesiyle sınırlı olmayan bir otoriter vesayet beklentisi Türkiye’de yaygın bir beklentidir.
TSK’nın da askeri müdahaleyi aklından geçiremez hale gelmesi bu çevrelerin de demokrasi çerçevesinde hareket etmeyi içselleştirmeleri için olmazsa olmaz bir zorunluluktur.

AKP’nin askeri vesayete dayanak sağlayan hukuki arka planı değiştirmek için yeterince çaba sarf ettiğini söyleyebilir miyiz?

AKP’nin bu konuda yaptığı en önemli değişiklik Milli Güvenlik Kurulu’nun statüsünü değiştirmesidir. Bu EMASYA protokolünden daha önemli bir değişikliktir. AKP, EMASYA protokolünü şimdiye kadar neden değiştirmedi onu sormak lazım. Belki de kendilerini şimdi daha güçlü hissettikleri için, belki de aralarında bir mutabakat var, bunları bilemeyiz. Hepsi mümkün. Ama bunlar EMASYA protokolünün iptal edilmesinin önemini azaltmaz. Bundan sonra TSK’nın EMASYA direktiflerinin gerçekten yürürlükten kaldırması, eldeki fişlerin imha edilmesi gerekir.
Sol muhafazakarlığı asker sopasıyla değil kendi mücadelesiyle geriletirse toplumsal meşruiyetini kazanır, güçlenir. Aksi takdirde milliyetçi-devletçi bir merkezin yedek gücü olarak kalmaya mahkumdur. AKP’nin fırsatçı veya kendine demokratlığını teşhir etmek, Ergenekon’un avukatlığını soyunmaya gittiğinde, demokratlık ve özgürlükçülük terk edilmiş olur.

AB sürecinde bir olumsuzluk olursa AKP’nin bugünkü pozisyonu devam eder mi sizce? 

AB süreci bitse bile bu kısa vadede resmileşmeyecek. AKP için önemli olan kısa vadede önümüzdeki seçimlerdir. Demokratikleşme konusunda AKP adımlar atarsa bunun karşılığını daha önceki seçimlerde olduğu gibi alır. Çekingen davranırsa milliyetçi ve otoriter eğilimlerin daha fazla baskısıyla karşı karşıya kalacaktır.

Siz seçime girerseniz ilk hedefiniz AKP’yi indirmek olacak mı? ‘Yeni Sol’un program metnindeki
‘Demokratik siyaset alanında oluşan iradeyi meşru kabul eden, yapıcı ve yön gösterici muhalefeti benimseyen’ ifadesi bir muhalefet hareketi için fazla yumuşak bir başlangıç değil mi?


O cümle sadece AKP’ye yönelik söylenmiş bir şey değil. Hala 27 Mayıs’ı ‘iyi bir darbe’ olarak gören solcular var bu ülkede. Biz ‘iyi bir askeri darbe’ olmayacağı kanaatindeyiz. 80 darbesi sonrasında yapılan anayasa referandumu ve 83 seçimleri gibi değil de eşit, adil, özgür bir ortamda yapılan bir seçim sonrası ortaya çıkan irade siyasal iktidarın başat meşru temsilcisidir. Solun geçmişte ifade ettiği ‘Filipin demokrasisi, cici demokrasi’ gibi değerlendirmelerle bütünüyle göbek bağımızı kesmemiz lazım. İktidarda MHP de olsa seçimle geldiyse seçimle gitmelidir.

Peki yarın seçime girdiğinizi düşünürseniz Yeni Sol; CHP ve AKP’den farklı ne söyleyecek, vatandaş neden diğer partilere değil de size oy versin?

‘Yeni Sol’un milliyetçiliğin her türlü türeviyle yüzleşmek ve alt etmek misyonu var. Milliyetçilik Türkiye’yi felaketlere sürükleyen temel nedendir. Bunun yanında devleti bir kutsal olarak tanımıyoruz.
İkincisi farklılıkların beraberliğini sağlayacak yeni zemine ihtiyaç var. Bu da eşitlik üzerinden oluşur. Kürt ve Alevi sorunlarını çözme, kadınların ezilmişliğine, gençlerin dışlanmışlığına son verme konusunda, eğitim ve çalışma hayatında temel çözümümüz eşitlik kriteridir. AKP ve CHP’ye de sorsanız biz özgürlüğü kabul ediyoruz derler ama eşitliğe kadar gelemezler.
Özgürlüklere gelince. Biz örneğin CHP ve diğer partilerden farklı olarak Türkiye’de Kürt kimliğinin bir yurttaş kimliği olarak tanınmasının olmazsa olmaz olduğunu düşünüyoruz.

AKP’nin ‘Demokratik açılımından’ farklı ne söyleyeceksiniz?

AKP zaten çok az bir şey önerdi bu süreçte. Ana dilde eğitimi, yerel yönetimlerin özerk bir biçimde çalışmasını; o yörelerde kullanılan dillerde hizmet vermesini gündeme getirmedi. TRT 6’yı yaptı, çok güzel, karşı çıkmayız, özel televizyonlarda Kürtçe yayını serbest bıraktı. Ama bunun ötesine de gidemedi. Bunları yaparken Kürtlerin siyasal özgürlüklerine karşı büyük bir tepki de gösterdi. Bugün BDP’nin 900’den fazla üyesi tutuklu.

Açılımla, KCK operasyonlarının paralel yürümesi tesadüf mü?

Hayır tabii ki değil. AKP bir yandan açılım sözü ederken diğer yandan BDP’nin kendisine Doğu ve Güneydoğu’da rakip olmasını engelleyecek girişimlerde bulunuyor. İki binden fazla çocuk yaştaki zanlıya terörist muamelesi yapıyor. BDP’nin bine yakın üyesi, yöneticisi bugün tutuklu. Bu açılım falan değil. ‘Bana teslim ol, biat et, benim Kürdüm ol, o zaman sana himmet ederim’ anlayışı hala egemen.
Bizim açımızdan Kürt sorunu sadece Kürtlerin karar vereceği bir sorun değildir. Bütün Türkiyelilerin karar vereceği bir sorundur ama en başta Türklerin kendilerine şu soruyu sorması lazım: Ben niye Kürtlerle eşit olmak istemiyorum, ben niye başkalarıyla eşit olmak istemiyorum? Çoğunluğun fikriyatını değiştirmemiz lazım.

Genel af ilan edilmeden sizce gerçekten kökten bir çözüme yaklaşılabilir mi?

Genel af dile getirdiğimiz gerekliliklerden bir tanesi. Fakat sadece genel af değil tabii ki, bütün boyutları dikkate almak gerekir. Ergenekon davası da gösterdi ki geçmişte yaşanan şiddetin kaynağı sadece PKK değildi. Geçmişte yaşanan şiddetin kaynağında devlet de vardı. Diyarbakır cezaevinde yaşanan işkenceler bir devlet terörü olarak tanımlanacak boyutlardaydı; ve bunlar Türkiye’deki Kürt sorununu 90’larda yaşanan mecrasına sürükledi.

Kürt hareketi içinde de milliyetçiliğin yükselmesinden bahsedebilir miyiz?

Elbette bir tepki milliyetçiliği söz konusu, bu evvelden de vardı. Türkiye’deki insanların en büyük ortak paydası nedir dersek herhalde önce milliyetçilik ardından da çeşitli biçimlerde muhafazakarlık gelir. Ezilen ulusun milliyetçiliğinin ezen ulus milliyetçiliğinden daha kabul edilebilir olduğu inancı var, bunu bizim kabul etmemiz mümkün değil, ancak siz milliyetçilik yapıyorsunuz onlar da yapıyor diyerek işin içinden sıyrılmak da mümkün değil.

Ufuk Uras'ın BDP'ye katılması Yeni Sol için bir sıkıntı olmadı mı?

Hayır tam tersine, Ufuk BDP’nin meclise girmesine, grup kurmasına yardımcı olmasaydı, bizim için sıkıntı yaratırdı. Bütünüyle haksız bir kapatma davasının yaratacağı vahim siyasal sonuçları etkisiz bıraktı Ufuk’un üyeliği. DTP’nin kapatıldığı saatten itibaren hepimiz bir an bile duraklamadan bu katılımı destekledik. İlkeli olmak bunu gerektirir. Ayrıca Meclis’te özgürlükçü sol milletvekillerinin yer almasının önemini göstermiş oldu. Türkiye’de siyasetin, son derece can alıcı bir anda, demokratik çözüm ekseninden bütünüyle çıkmasını engelledi.

Ufuk Uras bir söyleşisinde ‘Aleviler artık siyasal özne’ diyor, öyle mi gerçekten? Bildiğim kadarıyla Alevilerin ‘Yeni sol’ gibi Mustafa Sarıgül’e desteği de söz konusu?

‘Yeni Sol’un amacı özel kimlikleri etrafında insanları birleştirmek değildir. Aleviler sadece Alevilerin sorunlarını dile getirerek Yeni Sol’da var olamazlar, rahat edemezler. Kürtler sadece Kürtlerin sorunlarını dile getirerek var olamazlar. Bu anlamda Yeni Sol’un amacı eşit yurttaşlık hareketidir. Adalet, özgürlük, emeğe saygı talep eden eşit yurttaşların hareketidir.
Alevilerin siyasal özne olma çabaları yeni bir şey değil. Mustafa Timisi ‘nin Türkiye Birlik Partisi deneyimi vardır, çok az bir oy almışlardı. Aleviler şu anda yekvücut bir kitle değil. AKP’ye, CHP’ye, MHP’ye oy veren pek çok Alevi var. Aslında bu demokrasi açısından daha sağlıklı bir pozisyondur. O anlamda ‘Alevilerin siyasi özne olması’ tabiri bana çok doğru gelmiyor, Alevi yurttaşların bağımsız özne olmaları daha doğru bir tabirdir.Bu bağlamda Alevilerin eşit yurttaş hareketine katkıları önemli olacaktır. . Zaten bildiğim kadar Alevi örgütleri de Alevi partisi kurmayı istemiyorlar.

‘Yeni sol’ programı tartışılırken Avrupa sol partisinin programı da gözden geçirildi sanırım, fakat orada geleneksel olarak sol partilerin arkasında olan sendikalar ve güçlü toplumsal muhalefet hareketleri var değil mi?

Türkiye’de sol olmak Avrupa’dan çok daha zor, Almanya, İtalya, Fransa’da en güçlü olduğu zaman sağ yüzde 55 oy alıyor. Ve buralarda kendisini solda tanımlayan güçlü bir kesim var. Türkiye’de ise CHP dahil toplumun yüzde 25-30’luk bir bölümü söz konusu. Bu rakama da çok milliyetçi bir kesim dahil edilerek, yaşam tarzı üstünlüğünü solculukla karıştıran, topluma yukardan bakan üst sınıfların bir kısmı falan dahil edilerek ulaşılıyor. Türkiye’de solun sendikal destek ile ayakta kalması için sendikaların solda olması gerekir. Kamu alanında birinci sendika artık sağcı sendikalar. Türkiye’de ilkeleriyle tutarlı ve gerçekçi bir solun besleneceği toplumsal alan son derece dar.
Solun ancak örgütlü bir emek dünyası ile ilişkisi güçlü olabilir. Bu ciddi bir eksiklik, bunu aşmak için mücadele etmek lazım, büyük sloganlarla değil günlük mücadelelerle çalışanların yüzünü sola döndürebiliriz.
Almanya’da sol parti bir koalisyon olarak doğdu Doğu Almanya’daki Komünist Parti’den, Yeşillerden, Sosyal Demokratlardan ayrılanlar kurdu. Türkiye’de bizim kurmaya çalıştığımız solun böyle bir gövdesi yok, bunu da tasarlamıyoruz. Örgütler koalisyonu olarak gideceğimiz yol çok sınırlı.
Ama siz de biraz öyle değil misiniz; SHP, ÖDP’den ayrılanlar, Alevi örgütleri ve başka irili ufaklı çevreler?
Bu siyasal girişimin ana gövdesi bu girişime birey olarak üye olacak olan insanlar olacaktır, bu insanlar çoğunluk olursa gruplar koalisyonu olmaktan çıkar. Yoksa eski örgütlerin alışkanlıkları kendini üretir. Başaramayabiliriz, ama bu hedef kurulmak istenen partinin var olan küçük dar örgütler koalisyonlarını aşacak bir üye profilinin oluşmasıyla ancak mümkündür.

Aleviler arasında da laikçi hassasiyete dayanan bir AKP karşıtlığı yaygın değil mi? 

Daha önce dediğim gibi Aleviler diye homojen bir bütün yok. Aleviler arasında da demokratlar, özgürlükçüler olduğu gibi, laikçi-otoriter rejim yanlıları, ulusalcılar, vs... var. Yeni bir Türkiye solu saflarında yer alacak Aleviler demokratlığı, özgürlükçülüğü, eşitlikçiliği benimsemiş yurttaşlar olacak.

Ufuk Uras: "Sol Cuntayı Savunamaz"

Türkiye onu pos bıyıklarının altından etrafa attığı muzip, güven veren, sıcak gülümsemesiyle tanıyor. İnternetteki sözlüklerde hakkında ‘kötü’ yoruma rastlamayacağınız ender siyasetçilerden biri Ufuk Uras. Kuruluşunda yer aldığı ve gönlünü, beynini koyduğu ÖDP’den kopuş sürecinde de, Meclis’te kıyamet koparan kavgalarda da, hakkında ortaya atılan ‘liberalleşiyor’ suçlamaları karşısında da o hep sakinliğini ve kendi deyimiyle ‘sol imanı’nı korudu. 2007 Genel Seçimleri’nde dönemin DTP’si ile yaptığı seçim ittifakı, Kürt sorununa bakış açısı, demokratik açılıma verdiği destek, içe kapanmacı, dar sol politikaların iflas ettiğini savunması; onu, hayatını adadığı ‘sol ailesi’ ile çoğu zaman karşı karşıya getirdi. Demokratik Açılım’ın görüşüldüğü Meclis Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma ‘sol’ olarak kabul etmediği CHP’li vekiller tarafından masalara vurularak protesto edilirken, AK Parti sıralarından alkışlar yükseliyordu. Hakkındaki bütün eleştirilere, iddialara ve suçlamalara rağmen o yılmadı, küsmedi, pes etmedi. Şimdi ‘ufuk’ta yeni bir parti, yeni bir başlangıç, yeni umutlar var…
BDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras’la Cihangir’deki mutevazı bir kafede buluştuk. Tam sözleştiğimiz saatte, elinde çantası, ağır adımlarla belirdi kaldırımda. Arkadaşlarıyla buluşmaya gelmiş bir üniversite öğrencisinin rahatlığı ve çocuksu gülümsemesi ile insana güven veren olgunluğun harmanı, ‘Özgürlükçü Sol Hareket’in yılmaz savaşçısı Uras’la Türkiye siyasetini, Ergenekon’u, Demokratik Açılım’ı, CHP’yi, solu ve tabii ki yeni parti çalışmalarını konuştuk.
Özgür UĞUR / HABERTURK.COM
17.02.2010

"CHP’NİN YAPTIĞI İŞ DEĞİL"

Türkiye’yi son dönemde en çok meşgul eden konuyla başlamak istiyorum. Haziran 2007’de Ümraniye’de bir gecekonduda ele geçirilen 27 adet el bombasından sonra Türkiye çok farklı bir sürece girdi. Bombalar, lav silahları, inanılması güç iddialar, darbe planları, itiraflar havada uçuşuyor. Size göre bu süreç neyi ifade ediyor?
Ben Ergenekon davasının kendisinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Sonuç olarak bu dava Türkiye’nin karanlık yüzüyle, kontrgerillayla ve Gladio’yla mücadelesidir. Ergenekon örgütlenmesinin üzerine gidilmesinin bütün kurumların kendini temizleme operasyonu olarak görüyorum. Sonuna kadar gidilebilir mi bilemiyorum. Ama bu haliyle bile çok önemli. Sonuna kadar gidilmesi de bizim fikri takibimizle mümkün. Tabi dava sürmekte olduğu için aslında çok hükümde bulunmamak lazım. Fakat neredeyse hükümde bulunmayan kalmadı.

‘Sürmekte olan bir dava konusunda bu kadar çok yorum yapılması yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına gölge düşürüyor’ diye mi düşünüyorsunuz?
Özellikle CHP’nin bu konuda avukatlığa soyunduğunu görüyoruz. Fakat giderek orada da bir dil düzeltmesi yaptılar. ‘Tabi ki çetelerin üzerine gitmek lazım ama masumlarla suçluyu ayırt etmek lazım’ diyorlar. Zaten mahkeme de bu yüzden yapılır. Tabii ki kurunun yanında yaş da yanmamalı ama ‘sözde terör örgütü’ diye küçümsedikleri şey Türkiye’de darbe yapmaya, istikrarsızlık yaratmaya yönelik bir örgütlenme. Ümit Sayın’ın en son itirafları çok önemli. Kamuoyunda böyle bir şey yokmuş gibi davranmaya devam edenler var ama orada her şeyi, nasıl bir örgütlenme içinde olduklarını anlatıyor. CHP avukatlığını yaptığı insanların ileride açılacak dosyalarıyla mahcup olabilir. Kefil oldukları insanların farkında değiller. Ortada apaçık bir kontrgerilla faaliyeti var, her taraftan silah çıkıyor, kemik çıkıyor. Bunu savunmanın kabul edilir bir tarafı yok. CHP’nin yaptığı iş değil.

"MEHMET AĞAR DAVASI’NA NEDEN GELMİYORSUNUZ?"

‘Sonuna kadar gidilebilir mi bilmiyorum’ dediniz. Neden böyle bir endişeniz var?
Sonuna kadar gidilebilmesi için bu ülkede demokrasiden, hukukun üstünlüğünden yana olanların kamuoyunda bunu unutturmamaları lazım. Dün yine Meclis’te bir konuşma yaptım ve dedim ki; Gladio ile mücadele bir tek yargıya bırakılamaz. ‘Araştırma komisyonu kurulsun’ diyoruz ama hep reddediliyor. ‘Sarıkız’ darbe planı için önerge verdiğimde AKP ve CHP reddetti. ‘Yargıya intikal etti’ dediler. Susurluk ve Şemdinli dosyaları da yargıya intikal etmişti. Ne oldu? Bu yargıya ikame bir şey değil ki.
Dün işte Mehmet Ağar davası vardı ben gittim hiç kimse yok bizden başka. Ergenekon’a bahane buldunuz. Mehmet Ağar davasına neden gelmiyorsunuz? Bir tek Pervin Buldan var,  müdahil olmak için başvuruyor. Hani soruluyor ya ‘Türkiye solu neden bitkisel hayatta?’ diye. İşte bunun için. Burnunun dibinde Mehmet Ağar davası var zahmet edip gidilmiyor.

Mehmet Ağar davasına siz neden gittiniz?
Bu dava bizim için önemli. Bunların hepsinin bağlantılandırılması lazım. Kendisinin ‘Bin operasyon yaptık’, ‘Tuğlayı çekersem duvar yıkılır’, ‘Ne yaptıysam MGK’nın bilgisi dahilinde yaptım’ dediği hikaye bu.

"AKP ERGENEKON DAVASINI KULLANIYOR OLABİLİR; AMA ESAS OLAN BU DEĞİL"

Türkiye bir konuda ikiye bölünmüş durumda. Bir kesim AK Parti’nin kendi gizli ajandasını hayata geçirebilmek için önünde gördüğü engelleri Ergenekon operasyonu sayesinde bertaraf etme amacında olduğuna inanırken, diğer kesim bunu  bir iç temizlenme, bir demokratikleşme hamlesi olarak görüyor. Bazı kesimler AK Parti muhaliflerinin Ergenekonculukla suçlandığını iddia ediyor.
AKP bunu kendi lehine kullanabilir ve kullanıyordur da. Bu ayrı bir olay. Ama konunun esası bu değil. Konunun esası bugün cumhuriyet diye anlattıkları 12 Eylül rejimini tasfiye edecek miyiz etmeyecek miyiz? Bu süreçten, bu yarılmadan demokrasi ve hukuk açısından yararlanacak mıyız yararlanmayacak mıyız? Esas hikaye bu.

Ama CHP ‘12 Eylül darbesini yapanları yargılayalım’ dedi, AK Parti buna sıcak bakmadı. Bu tutum da hükümetin demokratikleşme konusunda inandırıcılığının sorgulanmasına neden oluyor…
İşte zaten tam da bu noktada AKP’yi eleştirmek lazım. Biz neden AKP’nin mayasına göre tutum alalım ki? AKP’yi daha çok demokrasi, özgürlük ve eşitlik talebiyle, CHP-MHP milliyetçi koalisyonunu da 12 Eylül rejimine yaslandıkları için eleştirelim. Sol olarak bizim duruşumuz bu olmalı. Yoksa AKP’nin gündemiyle sınırlı bir siyaset neden düşünülsün ki?

"AKP MUHALİFLERİ ERGENEKONCU İLAN EDİLSE ÖNCE BİZİM GİTMEMİZ LAZIM"

Az  önce sormuştum, tekrar edeyim. ‘AK Parti muhalifleri Ergenekoncu ilan ediliyor’ gibi bir iddia var. Bu bakış açısı nasıl oluştu sizce? Gerçekten böyle bir izlenim var mı sizde de?
AKP’ye karşı en yoğun muhalefeti biz yapıyoruz. Mesela Kasım’da KESK’in öncülüğünde yapılan iş bırakma eylemi. Onun içinde biz de varız. Şimdi KESK Başkanı Ergenekon’dan gözaltına mı alındı? Ya da bize yönelik bir şey oldu mu? Birleşik Metal-İş Sendikası’ndan tutun da bütün ciddi sınıf sendikacılığı yapan sendikalar AKP’ye karşı büyük bir mücadele içindeler. Her AKP karşıtı Ergenekoncu diye yargılanıyor olsa önce bizim yargılanmamız lazım. Bütün bu sınıf hareketlerini biz örgütlüyoruz çünkü. AKP’ye en büyük eleştiriyi Alevi hareketi yapıyor, doğrudan Ergenekon’un mağduru. Ali Balkız dahil hepsi hakkında suikast planları iddiası var. En önemli AK Parti eleştirisini yapan aydınlar tehditlerden dolayı yurt dışına kaçtı. Onlar da hedefteydi. Bir tek Türk Metal-İş örneğinden yola çıkarak böyle bir genelleme yapılabilir mi? Dolayısıyla bu saçma sapan bir tez.

"CHP SOLCUYSA MHP DE SOLCU"

Sol da bu konuda bölünmüş gibi… Solun Ergenekona bakış açısı nasıl? Tavrı ne olmalı? CHP lideri Baykal’ın ‘Ergenekon’un avukatıyım’ sözlerini nasıl yorumlarsınız?
Sol tartışmasının CHP üzerinden yapılması kadar beni rahatsız eden bir şey yok. Bu tartışmayı yapanlar bana CHP ile MHP arasındaki 5 değil 3 farkı söylesinler. CHP eğer sol bir parti ise MHP de sol bir partidir. CHP ile MHP arasında 3 fark söylesinler CHP’nin sol bir parti olduğunu kabul edeyim.

Neleri benziyor mesela birbirine?
Tümüyle blok davranıyorlar. Meclis’te CHP-MHP milliyetçi koalisyonu her konuda ortak davranıyor. Demokratik açılım, anayasa değişikliği, Vakıflar Yasası, 301. Madde… Tüm bu meselelerde ortak hareket ediyorlar. Zaten problem AKP’nin alternatifinin soldan yaratılamaması. AKP’nin alternatifinin CHP-MHP milliyetçi koalisyonu olması, AKP’nin en büyük avantajı. Bu toplumun önemli çoğunluğu CHP-MHP milliyetçi koalisyonunu yani bir Ergenekon koalisyonunu asla benimsemez. Bu da AKP’nin avantajına dönüşüyor. Dolayısıyla bizim bu oyunu bozmamız lazım. Hakikaten sol bir seçenek yaratmamız lazım. Ve onu da yaratmaya kararlıyız.

"HERKES KONTRGERİLLA UZMANI KESİLDİ"

Sizce Ergenekon nedir?
(Gülüyor)Tarihteki isminden bağımsız olarak Ergenekon bir kontrgerilla örgütlenmesidir. İki tane Ergenekon var. Biri efsane Ergenekon bir de kontrgerilla efsanesi. Gerçi efsane olmaktan çıktı. Şu haliyle bile ortaya dökülen bilgi ve belgelere baktığınızda görülüyor ki çok açık olarak Gladio’nun kontrgerilla örgütlenmesidir.

Bu örgütlenmenin gerçekten bu ölçüde dallanıp budaklandığına inanıyor musunuz?
Dünyanın her yerinde bu böyledir. Almanya’da, İtalya’da da böyleydi. Zaten kontrgerilla örgütlenmesi böyle bir şey. Birbiriyle alakasız, ayrı ayrı kesimlere nüfuz edeceksiniz ki; toplumun nabzını yakalayacaksınız.

En çok eleştiri de bu anlamda geliyor. Mesela deniyor ki; ‘Uluslar arası alanda birçok başarı elde etmiş olan, dünyaca ünlü doktor, yatırımcı Mehmet Haberal ile Danıştay tetikçisi Alparslan Arslan nasıl aynı örgütten olur?’
Zaten herkes kontrgerilla uzmanı kesildi. ‘Kontrgerilla üyeleri türdeştir. Hepsi aynı meslek kolundan gelir ve birbirlerini tanırlar’ diye saçma sapan bir şey olamaz. Kontrgerilla, derin devlet zaten böyle bir şey. Biraz geriye gidelim. 9 Mart 1971 dönemine bakalım. Mahir Kaynak o dönemin akademisyenlerine ‘Akıl bizde, güç orduda. Gelin bunları birleştirelim, bir şey yapalım’ diyor ve cuntacılık faaliyeti yapıyor. Bakıyorsunuz üç aşağı beş yukarı bugün de bunun yansımaları var. Madanoğlu davasında Mahir Kaynak deşifre olmasaydı hepimiz demeyecek miydik; ‘Yahu üniversitenin profesörüne nasıl da haksızlık ediliyor’ diye. O yüzden bunlar saçma sapan tezler. Herkes uzman kesilmiş. Kontrgerilla böyledir, ‘bu buna uymaz’ diye bir şey yok.

"SOL CUNTAYI SAVUNAMAZ"

9 Mart cuntası ile Ergenekon yapılanmasını birbirine benzeten bazı değerlendirmeler görüyoruz. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bugüne gelmeye gerek yok. 9 Mart ile 12 Mart’ı karşılaştırın. Karşı karşıya gibi gösteriliyor ya.. Bakıyorsunuz Nihat Erim ilk başta 9 Mart’çılar arasında görünüyor, sonra 12 Mart hükümetinin başbakanı oluyor. Dolayısıyla 9 Mart ile 12 Mart iç içe geçmiş vaziyette. Bu konularda egemen güçler asla ve asla tek bir karta oynamıyorlar. Değişik seçenekler ortaya atılıyor ve biri tutmazsa, duruma göre diğer kart ileri sürülüyor. Yani sonuçta bütün o cuntacılık faaliyetlerinin bir yansıması bugünkü Ergenekon dediğimiz olay.

O dönemde bahsettiğimiz 9 Mart cuntasının sol eğilimler de taşıdığı bilinen bir gerçek artık. Sol ve cunta kelimeleri birbirine uzak gibi görünüyor ama önümüzde böyle de bir gerçek var. Sol cuntacı olabilir mi?
Asla olamaz. Solun olmazsa olmaz özelliği halkın iradesini esas almak ve demokrasiyi savunmaktır. Cuntacılıkla, militarizmle ne işimiz olabilir bizim. Militarizmi savunmanın solun temel değerleriyle alakasını kurmak mümkün değil. Bu cuntacı eğilimdeki insanlar genellikle bir anti-emperyalist söylem arkasına saklanıyorlar. Halbuki anti-emperyalizm, otoriter bir devlet yapılanmasını savunmayı gerektirmiyor. Sol adına bunu kabullenebilmek mümkün olamaz. O yüzden belki de solun A-B-C’sini tartışmaya yeniden başlamak gerekiyor. Solculuğun olmazsa olmaz koşulu her türlü militarist, cuntacı faaliyete karşı demokrasiyi savunmaktır. Militarizm dediğiniz nedir? Ben şimdi soru önergesi veriyorum Patriot füzeleriyle ilgili, ‘devlet sırrıdır, cevap veremeyiz’ diyorlar. Bu anti-emperyalist, anti-ABD’ci arkadaşları şurada bir görelim. Patriot füzeleri meselesinde bize bir destek versinler. İncirlik konusu var. AKP hükümeti yabancı güç kullanma hakkı TBMM’de iken orayı Bakanlar Kurulu kararıyla kullandırıyor. Ve biz şimdi Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu adı altında dava açtık, yürütmeyi durdurma kararı aldırmaya uğraşıyoruz bu konuda. Buyurun bizi yalnız bırakmayın be kardeşim. Türkiye’deki bütün anti-emperyalist eylemleri örgütleyen biziz, hiçbir yerde bu zevatı görmüyoruz etrafımızda. Darbe işlerinden vakit bulsalar da biraz da bu zeminlere gelseler.

"ULUSAL SOL, SİYASİ SAHTEKARLIKTIR"

Ulusalcı solculuk diye bir kavramı son dönemde çok duymaya başladık. Ulusalcı sol ile sol farklı mı? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu kavramı?
‘Hıyar’a ‘salatalık’ dediğinde adı değişiyor ama tadı değişiyor mu? Hitler’in nasyonal sosyalizminin tezlerini ‘ulusal sol’, ya da ‘milli sosyalizm’ adı altında yutturmaya çalışıyorlar. Ulus devlet deyince devletin kapitalist ve militarist kimliği gizleniyor. Orada siyasi bir hile var. Bunlar çok bedavacı ve kolay çözümler. Siyasi sahtekarlıklardır bunlar. Sol zaten tanımı gereği enternasyonaldir. Ulusal sol diye bir şey olamaz. Ulusal sol devlet solculuğudur. Devlete biat vardır temelinde.

"BALYOZ’DA İDDİA EDİLENLERİN BENZERİNİ BU ÜLKE YAŞADI"

Tekrar dönelim Ergenekon’a ve darbe planı iddialarına… ‘Balyoz Eylem Planı’ adı altında bir gazete tarafından yayınlanan belgelerde çok vahim iddialar var. Siz TSK içinde bir grubun AK Parti’yi devirmek uğruna bu tür faaliyetlere girebileceğine, kendi vatandaşlarını öldürebileceğine inanıyor musunuz?
Bunların hepsinin bir oyun ve çalışma olduğu söylendi. Oyun denince aklınıza uzun eşek, deve güreşi filan gelir. Yani darbe tasarımı oyun diye anlatılabilir mi? Tutuklanacak gazetecilerin oyunun içinde ne işi var? ‘Böyle şeyler olur mu?’ dediğiniz şeyler bizim geçmişimizde olmuş zaten. Bütün bu darbelerde doğrudan halka saldırılmadı mı? Daha bir hafta önce Güneydoğu’da alçaktan jetler uçurarak kendi halkı üzerinde korku yaratan İsrail ordusu muydu? Şimdi hiç böyle şeyler olmamış gibi davranabilir miyiz? Bu AKP ile de doğrudan ilgili bir şey değil bence. Bu doğrudan TBMM’ye ve demokrasiye yönelik bir kasıttır. Bir darbe olduğunda sadece AKP gitmeyecek ki. Demokrasi, hukuk, Meclis; hepsi uçacak. Baktığımızda Levent Ersöz’e, Veli Küçük’e, JİTEM’e bütün bilanço ortada. ‘Askeri bürokrasi köy boşaltır mı, orman yakar mı, yargısız infaz yapar mı?’ ‘Yapmaz’. Peki bu kuyuların altından cesetler, her taraftan silahlar, yanmış ormanlar neden çıkıyor? Bunlar korku filmi mi? Bırakın da bunu yargı çözsün. Bu savunma psikolojisini de anlamıyorum ben. Bu kuruma yönelik bir şey değil ki. Her kurum zaten kendi içindeki bu tür yapılanmaları ortadan kaldırmak zorunda. Eğer asker de haksızlığa uğradığını düşünüyorsa bu da Başbakan’a iletilir, üzerine gidilir. Çıkıp da basın açıklaması yapmak ‘Sabrımız taşıyor’ demek doğru değil.

"ORGENERAL BAŞBUĞ, PSİKOLOJİSİ BOZULDUYSA İSTİFA ETSİN"

Orgeneral Başbuğ, Gazete HABERTÜRK Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı’nın ‘Sabrınız taşarsa ne olur?’ sorusuna ‘Bizim de elimizde bilgi ve belgeler var. Sabrımız taşarsa biz de onları halkla paylaşırız’ cevabını verdi…
Hemen paylaşması lazım. Saklamak, bunu bir koz gibi kullanmak yanlış. Sabrı taşan istifa eder. Psikolojik savaş deniyor ya aslında psikolojik savaştan çok psikolojisi bozulanlar var. Psikolojin bozulduysa, sabrın taştıysa istifa edersin, yerine başkası gelir. Bunu bir tehdit olarak kullanmak ciddi anlamda problemdir.

Bu açıklama size göre tehdit midir?
Tabi canım yani. ‘Sabrımız taşarsa belgeleri açıklarız’ ne demek? Buyur açıkla. Biz açıklıktan ve gerçeğe ulaşmaktan yanayız zaten. Elindeki belgeyi sakladığın anda suça ortak olursun. Farkında değil suça ortak olduğunun. Biz Genelkurmay Başkanı ile ilgili suç duyurusunda bulunduğumuzda fark ettik ki; Genelkurmay Başkanı kendisine yönelik soruşturmayı kendisinin onaylaması gerekiyor. Yani askeri savcı selam duruyor, ‘Sizi soruşturabilir miyim?’ diye soruyor, o da ‘Hayır izin vermiyorum’ diyor. Bu takdir hakkını kullanıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Cumhurbaşkanı Meclis açılışında dedi ki; ‘Türkiye’de kimse hukukun üstünde değildir’. Ama gördük ki hukukun üstünde olanlar var. Bunu bir an önce düzeltmemiz lazım. Dolayısıyla bizim AKP’yi eleştirdiğimiz bir nokta da bu. Çok yavaş hareketli bir siyaset izliyorlar.

"AKP’NİN ELİNE BİR DAHA BÖYLE FIRSAT GEÇMEZ"

Başbakan bu konudaki eleştiriler için ‘Bize gaz vermeyin’ diyor…
Bakın 2011’de seçim olacak. AKP şu anda Meclis’te yüzde 62 çoğunluğa sahip. Eğer AKP bu kadar güçlüyken bu adımları atamazsa ve 2011 sonrasına ertelerse zaten geçmiş olsun. Bir daha bu kadar güçlü gelemeyecekleri açık. Oyları düşecek. Belki tek parti olarak yine gelebilirler, bilemiyorum ama bu oranda olmayacak güçleri. Anladığım kadarıyla anayasa konusunda da tereddütleri var. Şu çoğunlukta yapamadıklarını, daha az sayıda milletvekiliyle hiç yapamazsın. Biz AKP’yi bunun için zorluyoruz. Buyurun adım atın. Bu bir samimiyet testi. Bu reformlar konusunda, demokratik açılım konusunda adım atın.

Hükümet bir açılım süreci başlattı ve Habur’daki görüntüler, arkasından Reşadiye’de 7 askerimizin şehit edilmesinden sonra bu süreç sekteye uğradı. Birçok kişi de AK Parti’nin artık bu hükümeti döneminde somut adım atmayacağını, seçim sonrasını bekleyeceğini düşünüyor. Sizce süreç neden bu noktaya geldi?
Ben o kadar karamsar düşünmüyorum. Eğer AK Parti seçimden önce adım atmazsa bumerang gibi döner kendilerine çarpar. Oyları ciddi anlamda düşer. Bunu onlar da görüyor. O yüzden bazı adımlar atılacak ama bu adımların şekillendirilmesinde bizim sol olarak inisiyatif almamız gerekiyor. Referandum o yüzden önemli. Anayasa değişikliği referandumu iyi koordine edilirse toplumun yüzde 78’inin onayıyla geçer. Burada bir saflaşma olacak. Bir tarafta Ergenekoncu, milliyetçi cephe; diğer tarafta değişimden yana olanlar olacak. Biz de bu cepheleşmede söz sahibi olabilmeliyiz. Açılım için öyle basit jestler var ki… Önce şu kelepçeleri açmak lazım. Ben Diyarbakır’da ekonomi kurultayına gittim, oradaki bütün belediye başkanları tutuklanmış, gözaltına alınmış. Sonra ne dediler? İşte PKK’nın sivil kanadı. Bu cümle bile başlı başına tuhaf bir şey. Biz zaten silahlı siyasetten sivil siyasete geçilsin istiyoruz. Bırakalım insanlar sivil zeminde diledikleri her şeyi tartışsın, konuşsun. Bu tavırla sivilleşmeye karşı çıkılıyor. Dağda olmaya karşı çıkılmalı oysa. İnsanları neden bu kadar sıkıştırıyorsunuz? Silahlı siyasetten açık siyasete geçişin zemini bir süreç gerektirir.

"DTP’NİN KAPATILMASI SKANDALDIR"

Bu süreçte DTP’nin kapatılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
DTP’nin kapatılması ciddi bir skandaldır. Terörü ve şiddeti destekleyen tek bir cümleleri yok. Ne Aysel Tuğluk ne de Ahmet Türk mahkemede hüküm giymemiş. DTP için hazırlanan iddianamenin yüzde 90’ı sonuçlanmamış mahkeme iddialarına dayanıyor. Böyle bir şey olabilir mi?

Peki sizce DTP bu süreci iyi yönetebildi mi? Emine Ayna’nın ‘Dağa çıkma’ ile ilgili sözleri, ‘Kürtlerin sabrını taşırmayın’ söylemleri sürecin sekteye uğramasına katkı yapmadı mı? Bu konuda Abdullah Öcalan bile zaman zaman bu sert ve kışkırtıcı söylemleri açık açık eleştiriyor…
Bu gel-gitleri olan bir süreç. Emine Hanım’ın ‘Dağa çıkma’ ile ilgili sözlerinin tamamı medyaya yansımadı. O orada Bahçeli’nin dağ sözlerine karşılık  bir şey söyledi ve devamında ‘şaka bir yana’ deyip başka bir konuya geçti ama o kısmı medyada yer almadı. Kimsenin dağ filan istediği yok. Tam tersi dağdan ovaya inme konusunda BDP’de ve bölge insanında çok açık bir kararlılık var. Kimden gelirse gelsin biz şiddetin tasfiyesinden yanayız. Şiddetin tasfiyesiyle 12 Eylül rejiminin tasfiyesinin senkronizasyonunu sağlamanın yolu bulunmalı.

"CHP BARAJ ALTINDA KALABİLİR"

Habur’daki görüntüler konusunda ne düşünüyorsunuz? Çok tepki çekti. Sizce sorumluluk kimin?
Ben oradaydım. Birtakım sakillikler, usul hataları olmuş olabilir, evet. Ama işin esası orada değil. Orada on binlerce insan var ve o kadar mutlular ki. ‘Artık hayat normalleşiyor, çocuklar yuvaya dönüyor, şiddet ortamı tasfiye edilecek’ diye seviniyorlar. Şimdi oradaki insanların ruh halini empati yapamadıysanız geçmiş olsun yani. CHP çıkıyor, konu ne olursa olsun Habur’la başlıyor. Ondan sonra diyorlar ki; ‘Neden Hakkari’de 48 oy aldık?’ Alırsın tabii. Oradaki mutluluğun kodlarını çözemiyorsun daha sen. Bunun için de yine 2011 seçiminde CHP açısından bir baraj altı durumu olursa şaşırmayın.

"YENİ PARTİ BAHARDA HAZIR"

Gelelim yeni parti çalışmalarına… Ne aşamada şu anda? Ne zaman kurulacak? Seçimlere yetişecektir herhalde…
Tahmin ediyorum mart ayı içerisinde arkadaşlarımız kitlesel bir sol partinin hazırlıklarını tamamlayacaklar. Ve birey eksenli bir vicdan hareketi olacak. Çeşitli yapıların da katıldığı ama onları aşan bir çatı olacak. ‘Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz Platformu’ndan ‘Yeni Sol’a, SHP örgütlenmesinden ‘10 Aralık Hareketi’ne büyük bir siyasi yapılanma olacak. Ve belli bir süre içinde ben gerçek bir sol seçeneğin, cemaat örgütlenmelerinin değil de bireye, özgürlüğe, eşitliğe dayalı bir yapılanmanın oluşacağına inanıyorum. Bu yapılanmanın da Türkiye’nin bütün dengelerini değiştireceğini düşünüyorum.

Nasıl bir Türkiye hedefliyor bu yeni hareket?
Biz demokratik ve sosyal cumhuriyet hedefliyoruz. Büyük bir potansiyel adres göremediği için bir oraya bir buraya savruluyor. 2007 seçimlerinde oluşturduğumuz dalgayı bütün Türkiye’ye yaymayı hedefliyoruz. Edirne’den Ardahan’a bir ortak duruş ve ortak mücadele örgütlemeyi hedefliyoruz.
Mustafa Kemal döneminde idam edilen Maliye Bakanı Cahit Bey var. O anılarında diyor ki; ‘taklit cumhuriyet’. İşte bizim de taklit cumhuriyeti demokratik ve sosyal cumhuriyete dönüştürmemiz lazım. İşin özü ve esası bu. Ama buna direnenler var, bu değişimden yana olanlar var. Bu değişimden yana olanların daha da güç biriktirmesi gerek.
Eğer ülkede sağlıklı bir sol parti olursa şu anda AKP’nin yanında görünen demokrat kesim de bizim yanımızda yer alır.

BDP ile ilişkisi ne olacak bu yeni partinin? Yeni dönemde de işbirliğiniz devam edecek mi?
Bakın ben BDP’ye geldikten sonra onların verdikleri Meclis önergelerine baktım. Türkiye’nin hemen hemen her sorunuyla ilgili önerge vermişler. Kredi kartından kayıt dışı ekonomiye, ücretli öğretmenlerin sorunlarından kot taşlama işçilerine, mevsimlik işçilerinden GDO’ya kadar her konuda bir tutum almışlar. Hangi formatta olabilir bilmiyorum ama bu konuda hiçbir şüphe olmasın ki; yeni dönemde de BDP ile işbirliğimiz devam edecek. Formatı ne olur daha bugünden kestiremiyoruz tabi. Bir koalisyon ilişkisi mi olur, aynı parti çatısında mı olur belli değil. Ama buna kararlıyız.

"POPÜLER SÖYLEMLER GEREKİYOR ARTIK"

Siz yaptığınız konuşmalarda sık sık Latin Amerika’daki sol iktidarları örnek veriyorsunuz. Orada daha çok tabandan gelen bir hareketle sol iktidar oluyor. Türkiye’de böyle bir taban potansiyeli görüyor musunuz?
Zaten bütün mesele de burada. Şimdilik böyle bir dalga olduğu kanaatinde değilim. Bugüne kadar Türkiye’de sol daha çok kamu çalışanlarının mücadelesine dayanır. Yeni yeni çiftçi örgütlenmeleri oluşturuldu. Ama yeterince aşağıdan yukarı bir dalga oluşmuş değil. Güçlü bir sınıfsal hareket olursa onun üzerinden siyasi taçlanma daha kolay olur. Ama bu tek başına pratiğe ya da sol imana ilişkin bir mesele değil. Bu dönemde yani kapitalizmin yeni döneminde genelde dünyada sınıf hareketleri, sosyal-toplumsal hareketler ciddi bir kriz içinde. Bu yeni döneme uygun formatlar bulmak gerekiyor. Yani ahaliyi eleştirmek yerine zamanın ruhunu iyi okuyup daha esnek yapılanmalar üzerinden gitmek gerekiyor. Biraz popüler bir söylem gerekiyor.

17 Şubat 2010 Çarşamba

Yeni Sol Fatih Toplantısı

Yeni, kitlesel bir sol parti için Fatih ilçesinde her hafta sürdürdüğümüz toplantılarımızın 7.sini Samatya Palmiye Çay Bahçesi'nde 18 Şubat 2010 Perşembe günü 19:30'da düzenliyoruz.

Soldaki boşluğu dolduracak gerçekten demokrat, özgürlükçü, katılımcı ve birleştirici bir parti için örgütlenelim, tüm gücümüzle toplantılara katılalım.

Gündemimiz:
1) Yeni katılımcı arkadaşlarla tanışma ve sürece dair bilgilendirme. (Hemen her toplantıda katılan yeni arkadaşların olduğu gözönüne alınarak.)
2) Programatik Bildirge ve Tüzük hakkındaki düşüncelerimiz.
3) a.Fatih ilçesinde yer tutma ve örgütlenme konusunda bir önceki toplantıda kararlaştırdıklarımızı ne ölçüde gerçekleştirebildik.
    b.Ekonomik durumumuz ve bütçemizi geliştirebilmek için yapabileceklerimiz.

Palmiye Çay Bahçesi, Koca Mustafa Paşa-Samatya
(K.M.Paşa Tren istasyonunun 50 metre yakınında, sahil yolunda solda.)

14 Şubat 2010 Pazar

Yeni Sol İstanbul Gençlik Koordinasyonu Toplantısı

Yeni Sol İstanbul Gençlik Koordinasyonu Toplantısı, 15 Şubat 2010 Pazartesi, saat 18.00'de Yeni Sol Beyoğlu Lokali'nde yapılacak.

Toplantı herkesin katılımına açıktır.

Adres: Süslü Saksı Sokak No.13 Kat:2 Beyoğlu




Yeni Sol Beyoğlu Toplantısı

Tarih: 15 Şubat 2010 Pazartesi
Saat: 19.30
Toplantı yeri: Yeni Sol Lokali, Süslü Saksı Sokak No.13 Kat:2 Beyoğlu

Bu toplantıda ön gündem şöyle önerilmektedir:
  • Önceki toplantı kararları gerçekleşme durumu
  • Bilgilendirme: İstanbul Eşgüdüm Heyeti Toplantısı  
  • "Programatik Bildirge" üzerine görüş ve değerlendirmeler
  • Toplantı öncesinde ve sırasında önerilecek diğer gündem maddeleri
  • Gelecek toplantının gündeminin tespiti

10 Şubat 2010 Çarşamba

Yeni Sol İstanbul Gençlik Buluşuyor!

İstanbul'da Yeni Sol'dan gençler; partileşme süreci ile ilgili bilgilenmek, 26 Aralık toplantısından bu yana neler yapıldığını konuşmak ve gençlik örgütlenmesine dair somut meseleleri tartışmak üzere buluşuyor. Yeni Sol ile ilgilenen tüm gençleri bu buluşmaya davet ediyoruz.

Tarih: 12 Şubat 2010 Cuma
Saat: 18.30
Yer: Yeni Sol Beyoğlu Lokali
Adres: Süslü Saksı Sokak No.13 Kat:2 Beyoğlu

Yeni Sol Fatih Toplantısı

Fatih bölgesi Yeni Sol çalışması her çarşamba yapılan toplantılarla devam ediyor.
Bölgemizdeki demokratlarla buluşmak, örgütlenmek ve partileşme sürecini beraber inşa etmek için biraraya geliyoruz.
Fatih ilçesi Yeni Sol teşkilatının iskeletini bugünden yaratmak için kolları sıvıyoruz.
Soldaki boşluğu dolduracak gerçekten demokrat, özgürlükçü, katılımcı ve birleştirici bir parti fikrinden güç alıyoruz.

Her çarşamba düzenli olarak sürdürdüğümüz toplantılarımızın altıncısını 10 Şubat 2010 Çarşamba günü saat 19:30'da, Fındıkzade Eğitim-Sen 8 No'lu Şube'de yapacağız.

Sesimize sesini katmak isteyen, omuz omuza vermek isteyen tüm duyarlı, sorumluluk sahibi, vicdanlı demokratları toplantımıza katılmaya davet ediyoruz.

Gündemimiz:
1) Yeni Sol Parti çalışmalarında son durum
2) Fatih ilçesindeki örgütlenme çalışmalarımız
3) Programatik bildirgenin değerlendirilmesi

Eğitim Sen 8 No'lu Şube
Adres: Molla Gurani Mah. Molla Gurani Cad. Hayat Palas Apt. No. 61/10 Fındıkzade-Fatih
Tel: 0 (212) 531 04 42

Yeni Sol Beşiktaş Toplantısı

Tarih: 10 Şubat 2010 Çarşamba
Saat: 19.30
Toplantı yeri: Yeni Sol Lokali, Süslü Saksı Sokak No. 13 Kat 2 Beyoğlu

Bu toplantıda ön gündem şöyle önerilmektedir:
  • Önceki toplantı kararları gerçekleşme durumu
  • Bilgilendirme: Yeni Sol sekretarya toplantısı
  • Beşiktaş Buluşması organizasyonu
  • "Programatik Bildirge" üzerine görüş ve değerlendirmeler  
  • Toplantı öncesinde ve sırasında önerilecek diğer gündem maddeleri
  • Gelecek toplantının gündeminin tesbiti

8 Şubat 2010 Pazartesi

Hrant İçin, Adalet İçin!

8 Şubat Pazartesi günü, Saat 10.00'da, Beşiktaş meydanındayız.

Katili tanıyoruz
kendinle… adaletle… gerçekle…
yüzleşmeye çağırıyoruz

Biz, babasının kanlı gömleğini sandığından çıkaranlar…
Biz, vücudunda devlet kurşunuyla toprak olanlar…
soluğu alınanlar, gözden çıkarılanlar, av olanlar…
katili tanıyoruz!

Işığı arkamıza aldık yüzleşmeye geliyoruz...

“Kim yapmışsa eline sağlık” diyenlere,
“Aman canım, olur böyle şeyler” diye geçiştirenlere inat,
yolumuzda yürüyoruz,
gerçekle yüzleş diyoruz!

Çok sesli katiller korosu,
Karşında biz varız!

Biz Abdi’leriz, Musa’larız, Uğur’larız, Ceylan’larız, Hrant’larız...
Madunların, mağdurların, yoksunların, yoksulların,
annelerin, çocukların sesiyiz,
katledilenlerin soluklarını soluklarımıza katıp yürüyeceğiz...

Size,
bedenimizi delenlere,
pusuyu, puslu havayı sevenlere inat,
geliyoruz,

hem de, “ayıptır, zulümdür, cinayettir”
diye haykırarak geliyoruz.

Bir insanı öldürenle ekmek çalanı ayırt edemeyen,
fikrini açıklayanı, hakkını arayanı zindana tıkan adaletle
ve buna sessiz kalanlarla yüzleşmeye çağırıyoruz.
İkiyüzlülüğü hep beraber haykırıyoruz.

Biz,
yüzümüze çektiğiniz örtüleri attık,
büyüyerek, çoğalarak geliyoruz...

Adaletinize gerçeği haykırmak için
mahkemenize geliyoruz...
Umut için, gelecek için sokağa çıkıyoruz...

Katil atayanlara inat, kardeşimsin Hrant!

HRANT’IN ARKADAŞLARI
www.hranticinadaleticin.com

6 Şubat 2010 Cumartesi

Yeni Sol Avcılar Toplantısı

Tarih: 8 Şubat 2010 Pazartesi
Saat: 19.30
Yer: Eğitim-Sen

4 Şubat 2010 Perşembe

'Farklı Bir Türkiye Yaratma Mücadelemizi Sürdürüyoruz'

Solda yeni bir merkez yaratma çalışmaları sürüyor. Kitlesel bir sol parti kurma faaliyetlerinde, çalışmalarını Türkiye çapında tüm yerellerde ortaklaştırma kararı alan Yeni Sol, SHP ve Alevi toplumsal muhalefetinden Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz Grubu, ortak bir açıklama yaptı.

‘Farklı bir Türkiye yaratma mücadelemizi sürdürüyoruz’başlığını taşıyan açıklamada, kurulacak partinin Türkiye’nin temel sorunları hakkındaki yaklaşımları da tarif edildi.

Yeni Sol, SHP ve Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz Grubu'nun  ‘İstersek başarabiliriz ve biz istiyoruz’ cümlesi ile biten ortak açıklaması şöyle:

'FARKLI BİR TÜRKİYE YARATMA MÜCADELEMİZİ SÜRDÜRÜYORUZ'

‘‘Günümüzde Türkiye toplumu barış, özgürlük, adalet ve demokrasi arıyor. Özgürlükçü, eşitlikçi ve sosyal bir Türkiye istiyor.

Herkes;

- Bu topraklar üzerinde yaşayan; Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Ermeni, Rum, Yahudi, Sünni, Alevi, Süryani ve diğer bütün farklı etnik, dilsel, dinsel, mezhepsel, kültürel kesimlerin Anayasa ve yasalar önünde olduğu kadar uygulamada da eşit yurttaşlar olarak kabul edildiği ve öyle yaşayabildikleri bir ülke;

- Emekçilerin sosyal ve ekonomik tüm haklarının yasal güvenceye kavuştuğu, toplumsal adaletin fırsat eşitliğiyle pekiştiği, yoksul ve dışlanan kesimlerin her türlü insani destekten yararlandığı, çokça üreten ve hakça paylaşan bir ülke;

- Çatışmaların yaşanmadığı, şiddetin her biçiminin sona erdiği, sorunların diyalog ve uzlaşma yoluyla çözüldüğü özgür, demokratik ve gerçekten laik bir ülke;

- Yurttaşlar, özellikle de kadınlar üzerindeki geleneksel, ideolojik bütün baskıların kalktığı ve kişilerin yaşam tercihlerinin ve tarzlarının kendi iradelerine ve özgür seçimlerine bağlı olduğu bir ülke;

- İnanç özgürlüğünün tüm yurttaşlara yasalarla ve uygulamalarla tanındığı, bir inancın veya yaşama tarzının diğerini baskı altında tutmaya yeltenmediği bir ülke;

- Asker ya da sivil hiçbir gücün demokratik rejimi tehdit etmediği, kaynağını nereden alırsa alsın vesayetçiliğin ve buyrukçuluğun hiçbir biçiminin kabul edilmediği çağdaş ve demokratik bir hukuk devleti talep ediyor.

Biz tüm bu demokratik taleplere cevap verme kararlılığındayız. Bu fikir ve talepleri tereddütsüz benimseyen ve savunanları bir araya getirecek, katılımcı, kitlesel sol ve demokrat bir partiyi kurmak için yola çıktık.

Böyle bir parti, farklı bir Türkiye yaratma amacı etrafında en geniş katılımı sağlayarak, Türkiye’de siyasal alanın ağırlık merkezinin, tutucu ve statükocu, ırkçı milliyetçi eğilimlerden, sol ve demokratik değerlere kaymasını gerçekleştirecektir.

Fikirlerimizle, yapıcı siyaset ve demokratik örgütlenme tarzımızla, katılımcı anlayışımızla, siyasette gençleşmeyi sağlayarak ve geniş bir toplumsal tabana dayanarak, Türkiye solunda sahici bir yenilenmeyi gerçekleştireceğiz.

Bu doğrultuda attığımız her adım, daha şimdiden toplumda güven ve umut yaratıyor. İnsanları yepyeni bir enerjiyle hareketlendiriyor.

Toplumdan aldığımız bu güç ve ilhamla, mücadelesini yepyeni anlayışlarla geliştirecek ve bu hedeflere inananların en geniş birlikteliğini sağlayacak bir siyasal partinin kuruluşunu gerçekleştirme kararlılığındayız.

Farklı bir Türkiye’yi birlikte yaratabiliriz…
İstersek başarabiliriz ve biz istiyoruz…’’

3 Şubat 2010 Çarşamba

'Yeni Sol Forum' Sitesi Açıldı

Yeni Sol'a ilişkin olsun tüm tartışmalarımızı yürütebileceğimiz YeniSol Forum sitemize www.yenisolforum.com adresinden ulaşabilirsiniz. Ziyaretçi olarak tüm konu başlıklarını okuyabileceğiniz forumumuzda mesajınızın yayınlanmasının tek şartı ise üye kaydını gerçekleştirmeniz.

Forumun test aşaması devam ediyor, kimi eksiklerimizi hala gidermeye çalışıyoruz. Bu konuda bizi mazur göreceğinizi umuyor, katkı ve önerilerinizi bekliyoruz.

Verimli tartışmalar dileğiyle.

'Yeni Bir Gençlik Siyasetine Doğru'

Cihan Erdal

Üzerinde çok fazla düşünmeden çokça konuşulan konular vardır. Onlardan biri de ‘gençlik’. Çoğunlukla nostaljiyle karışık gençlerin ‘enerji’sinden, ‘heyecan’ından, dinamizminden bahsedilir durulur. Gençlik siyaset ilişkisi bağlamında da genç nüfusun siyasete katılımının çok önemli olduğu hep vurgulanır. Bir yandan da siyasete uzak ‘apolitik gençlik’ten yakınılır. Topyekün bir ‘80 sonrası gençlik’ kategorileştirilmesiyle birlikte genç sözcüğünün yanında bolca tüketim, apolitiklik, bireycilik vb. görürüz.

1980 sonrası, neoliberalizmin artırdığı sosyo-ekonomik eşitsizliğin –özellikle eğitim alanındaki yansımalarına bakarsak- en fazla mağdur olan kesimlerden gençlerin siyasete uzak oluşunun nedenleri üzerine eğilmek yerine bir kolaya kaçış hali vardır; 12 Eylül ve ‘apolitik gençlik’... Oysa konu bu kadar basit değildir.

“1980 sonrası dönemde sadece Türkiye’de değil, dünyanın başka yerlerinde de sıkça tekrarlanan argüman yeni kuşakların dünya ile derdi olmayan, derdi varsa da bunu siyasi olarak ifade edecek yetenekten ve bilgiden yoksun tüketiciler olduğuydu.”(1) Gençliğe dair bir anlamda gelenekselleşmiş bu düşünüş tarzını bir kenara bırakıp, gençlerin siyasete uzak tutumlarını, gençlik hareketlerinin cılızlığını yalnızca konjoktürel bir durum olarak görüp ‘rahatlamak’tan vazgeçmeli.

Gençlerin siyaseti nasıl algıladıkları, neden olumsuzladıkları üzerinden var olan siyaset üstüne düşünmek, siyaseti gençlerin katılımını artıracak ve gençlik hareketini etkili biçimde var edebilecek biçimde dönüştürmek gerekiyor.

‘BANA BİRAZ UMUT VER!’


TÜSES tarafından çıkarılan “Gençler tartışıyor: Siyasete Katılım, Sorunlar ve Çözüm Önerileri” başlıklı kitapta yer alan makalelerde belirtilen en önemli noktalardan biri gençler tarafından “siyasetin çok da bir şeyi değiştirmeye yaramayan, bir şeyleri değiştirmenin çok zor olduğu, katı bir alan olarak tanımlanması”. (2) Bir yandan da parti gençlikleriyle yapılan odak grup çalışmasında kayda değer olarak belirtildiği üzere ülkede, dünyada olup biten karşısında bir şey yapamamanın çaresizliğinden dem vuruluyor:
“Bütün bu adaletsizliği, eşitsizliği görüp bunlara dokunamamak, bunların nereden kaynaklandığını bilip ama yine de buna müdahale edememek çok çaresizce bir şey, bir çaresizlik.”(3)

Siyasetin ‘katı’ bir alan olarak algılanmasının pek çok sebebi var ve bunların üzerinde ayrı ayrı durmak gerek. Bununla birlikte esasın siyasetin anlamını tekrar kazanması olduğunu düşünüyorum. Siyasetin anlamını kazanması, siyasetin gençleşmesi, toplumsal dönüşümü daha radikal biçimde sağlayabilme imkanı verirken , ‘bir şeyler’in değişebileceğine dair inancı artıracaktır.

‘Başka bir dünya mümkündür’ derken bunun altını gerçekten doldurabilecek bir siyaseti hayata geçirmek deumudun yükselmesinin en önemli koşuludur.

‘STAJERLİK’ DÖNEMİ OLARAK GENÇLİK (Mİ)?


Kime sorarsanız sorun, ‘Gençler siyasete katılmalı’ der mutlaka. Ancak ‘nasıl katılmalı?’ sorusunun cevabı bu kadar net değildir.

Siyasete katılımın önünü tıkayan en önemli konulardan biri, iktidar ilişkileri çerçevesinde gençlerin dezavantajlı pozisyonudur..

Toplumsal alanın hemen her yerinde dolaşımda olan yaş ve deneyim hiyerarşisi yeni bir siyasetin öncelikli derdi olmalıdır. Özellikle sol siyasetin öncelikle siyasal alanda yaş ve deneyim hiyerarşisini ortadan kaldırmaya çalışması gerekiyor; bu çaba toplumsal zihniyetin de gençler lehinde yeniden kurulması açısından çok önemli.

“Yaş hiyerarşisinin işleme stratejilerinden ilki ve belki de en görünür olanı gençliğin inisiyatif almaya ‘henüz’ hazır olmayan bir geçiş dönemi olduğuna dair söylem.”(4) Gençleri sadece geleceğin kadrosu olarak gören bu yaklaşım “gençliği gelişimsel bir süreç olarak tanımlarken, biyolojik olarak gelişimi tamamlanmamış olma durumu siyasete de doğrudan tercüme ederek gençliği siyaseten de olgunlaşmamış olmaya eşitliyor.” (5)

Bu ‘sen bugün değiştirme, önce tecrübe kazan’ anlayışını, gençleri siyaseten stajer olarak, yetiştirilecek bir unsur olarak gören anlayışı yok etmeye yönelik bir söylem ve süreç geliştirebilmeliyiz.

Toplumdaki iktidar ilişkilerinin bir parçası olarak yaş temelli ayrımcılığı ortadan kaldırmak zaten temel ilkelerinden birieşitlik olanların asli görevidir.

Burada önemli olan bir nokta da “gençleri yalnızca genç olmalarından dolayı kutsamaktan kaçınmak ve gençlerin özsel olarak yaş hiyerarşisine direneceği fikrinin kolaycılığına düşmemek gerektiği”dir. (6)

Yaş temelli ayrımcılığı, egemen olan söylem doğrultusunda içkinleştirmiş olan gençler de var ve azımsanmayacak ölçüde. Siyasal yapıların içinde yaş ve deneyim hiyerarşisiyle mücadelenin büyümesi gerekiyor; bu mücadele de gençlerin örgütlenmelerin karar alma mekanizmalarını etkileyebildikleri ölçüde başarıya ulaşacak. Bu bakımdan yaşamın pek çok alanında edilgin olmaya mahkum edilen gençlerin siyaset zemininde etkin olmalarını sağlayacak koşulları yaratmak çok önemli.

Yeni bir gençlik siyaseti kurarken bir yandan gençlerin siyasal alana getirdikleri eleştiriler üzerinden idealize edilen siyasete en yakın olanını hayata geçirmeye çalışmaya, bir yandan da yeni bir gençlik siyaseti üzerine daha fazla düşünmeye devam etmeliyiz.

Dipnotlar:

(1) Alemdaroğlu A., “Bir imkan olarak gençlik”, Birikim Dergisi no 196, s.23, İstanbul, 2005.
(2) Lüküslü D., “Gençlerin siyaset algıları ve deneyimleri” Gençler Tartışıyor: Siyasete Katılım, Sorunlar ve Çözüm Önerileri içinde, s.196, TÜSES, İstanbul, 2010.
(3) A.g.m., s. 198
(4) Yılmaz V., “Siyasi örgütlenmelerde genç olmak” Gençler Tartışıyor: Siyasete Katılım, Sorunlar ve Çözüm Önerileri içinde, s.225, TÜSES, İstanbul, 2010.
(5) A.g.m., s.225
(6) A.g.m., s.230


Turnusol

2 Şubat 2010 Salı

Liseliler Buluşuyor!

Yeni Sol, kurulacak olan sol partiyi gençlerle konuşmak için 26 Aralık 2009 tarihinde Petrol-İş'te öğrenci-gençlik buluşmasını gerçekleştirdi. Umutlu kalabalığın içinde, hareketi daha da umutlandıran daha genç arkadaşlarımız da, liseliler de vardı.

Liselerimizde ciddi sorunlarla karşı karşıyayız. Zorunlu din dersleri, milliyetçi ve şoven yayınlar liselerde mevcut halini koruyor. Öte yandan, anadilde eğitim hakkının olmaması, milli tarih ve milli edebiyat öğretileri özgürlük alanlarını kısıtlıyor.

Biz liseliler olarak diyoruz ki, önce kendi alanımızda, kendi sorunlarımızda siyasallaşacağız. Liselere demokrasiyi, eşitliği, bilimi, özgürlüğü getireceğiz ve toplumun her alanında söz sahibi olacağız.

Bunun yolu, gençlerin siyasete katılımını olanaklı kılan, çağdaş ve demokratik bir sol partiden geçiyor.

Yeni Sol'daki genç liseliler, 3 Şubat 2010 Çarşamba günü, saat 14:00'da Beyoğlu'ndaki Yeni Sol lokalinde buluşuyor.

Tüm liseliler davetlidir.

Adres: Yeni Sol Lokali, Süslü Saksı Sokak No.13 Kat:2 Beyoğlu

İletişim için: Bercan Aktaş
0531 641 33 81

Yeni Sol Fatih Toplantısı

Soldaki boşluğu dolduracak gerçekten demokrat, özgürlükçü, katılımcı ve birleştirici bir parti için Fatih ilçesindeki çalışmalarımız devam ediyor.

Her çarşamba düzenli olarak sürdürdüğümüz toplantılarımızın beşincisini 3 Şubat 2010 Çarşamba günü saat 19.00'da EĞİTİM-SEN (Fındıkzade) 8 No'lu Şube'de gerçekleştireceğiz.

Sesimize sesini katmak isteyen, omuz omuza vermek isteyen tüm duyarlı, sorumluluk sahibi, vicdanlı demokratları toplantımıza katılmaya davet ediyoruz.

Gündemimiz:

  1. Yeni sol parti çalışmalarında son durum
  2. Fatih ilçesindeki örgütlenme çalışmalarımız

Eğitim-Sen 8 No'lu Şube
Molla Gurani Mah. Molla Gurani Cad. Hayat Palas Apt. No.61/10
Fındıkzade-Fatih Tel: 0 (212) 531 04 42

Yeni Sol Kağıthane - Eyüp - Göktürk Toplantısı

Davetlisiniz

Toplumsal adalet ve vicdan temelinde eşitlikçi, özgürlükçü, demokrat bir sol merkez yaratmak, amacıyla 4 Temmuz 2009’da Ufuk Uras’ın çağrısıyla atılan ilk adim katılımlarla genişleyerek sürüyor. Yıllardır biriken sorunların çözüme kavuşturulmasını isteyenler olarak,  kriz sonrası dünyada siyasetin yeni zeminlerde gelişeceğini öngörerek ve demokrasi, adalet ve eşitliği yol gösterici kabul ederek, geçmiş siyasal deneylerimizin esiri olmadan ama onların bizlere kattığı değerlerin bilinciyle çalışmalarımızı ve çabalarımızı birleştirdik.

Daha eşit, daha adil, daha özgür, daha demokrat ve dayanışmacı yeni bir Türkiye kurmanın biricik yolu, topluma vaat ettiği niteliklere önce kendisi sahip olan yeni bir siyasal hareketin hızla güçlenmesi ve muhalefetle yetinmeyip sorunlara çözüm üretebilen, yönetmeye aday gerçek bir siyasal seçeneği temsil etmeye başlamasıdır.

Sol değerlerimizin ancak ve ancak katılımcı ve demokratik süreçlerde hayat bulacağına inanıyor, sizi eşitlerden birisi olarak, aramıza katılmaya ve solun merkezini birlikte inşa etmeye davet ediyoruz.

Saygılarımızla
İstanbul Eşgüdüm Heyeti Sekretaryası
Kağıthane ve Eyüp ilçeleri Yeni Sol çalışmalarına katılmak isteyen tüm arkadaşları toplantımıza bekliyoruz...

Tarih: 3 Şubat  2010 Çarşamba
Saat: 19:00
Toplantı yeri: SHP İstanbul İl Merkezi / Kat: 4 / Şişli
(Adliyenin sırasında, Şişli Camiinin karşısındaki sokağa girince sağda ilk kapı)

Toplantı Gündemi
  • Gelişmelerin Değerlendirilmesi
  • Genişleme Çalışmaları
  • Göktürk Toplantısı
  • Şubat Ayı Ödentileri
  • Programatik Bildirge
  • Toplantıda önerilecek gündem maddeleri